Bu defa Lâfzullahın en birinci harfi olan
elif
, Onuncu
Sözde öyle bir tevafuk gösterdi ki, kat’iyen tesadüfe ha-
vale edilmediği gibi; başka emarelerle, o tevafukta gaybî
bir işareti kat’iyen hissettim. Sonra işaretlerini koydum.
Hem, işarete medar olmak için harikulâde olmak lâzım
değildir. Çünkü, çok adî perdeler içinde mühim işaretler
verilir; ehli anlar. Madem işaret-i gaybiye var; elbette te-
sadüf içinden kaçar, daha hükmedemez, en cüz’î rakam-
ları da o işarete mal edilir.
Madem mecmuunda işaret var; bütün eczası o işaretin
hikmetine tâbidir, tesadüf orada oynayamaz. Hatta yir-
mi dokuzuncu sahifede Üçüncü Hakikatteki
elif
sayılma-
mak lâzım gelirken sehven saymıştım. Sonra anladım ki,
bana saydırılmış. Baştaki
Onuncu Söz
kelimesi ile şu
Üçüncü Hakikat
ikisi sahife başında bulundukları için
hakları sayılmaktı. Onların sair arkadaşları sahife rakam-
ları gibi bazı vazifeyi gördürmek için bir cihette saymak
işareti olarak haberim olmadan bana yazdırılmış. Her ne
ise... Kendimin tereddüdü için değil, çünkü kat’î kana-
atim gelmiş, belki başkasının şüphe ve tereddüdünü iza-
le için bazı muvazeneler yaptım:
Onuncu Sözün ahirinde yazıldığı gibi altı yüz sahife-
den ziyade bir mübarek kitabın tevafukatı yüz yirmi beş
çıktı. Üç yüz elli sahifeden ibaret diğer bir kitabı yine say-
dım. Elli tevafuk çıkmadı. Yine eskiden kendi telifatım
Türkçe ve Arabî olan iki yüz seksen sahifeden ibaret bu-
lunan kitabın
elif
’lerini saydım, tevafukatı kırkı tecavüz
etmedi.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
ahir:
son.
Arabî:
arapça dil.
cihet:
yön, görüş açısı.
cüz’î:
küçük, az.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısımlar.
ekseriyet-i mutlaka:
mutlak ço-
ğunluk.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
gaybî:
gaybla ilgili, bilinmeyenle
ilgili.
hakikat:
asıl, esas.
harikulâde:
çok güzel, mü-
kemmel.
hikmet:
gizli sebep, gaye.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
işaret-i gaybiye:
gaypla ilgili
işaret; Hz. Peygamber, müçte-
hit imamlar tarafından gayba
ait verilen haberler, işaret yo-
lu ile yapılan açıklamalar.
izale:
giderme, giderilme.
kanaat:
görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
kuvve-i manevîye:
manevî
güç, moral.
kuvvet-i iman:
iman kuvveti.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
mecmu:
toplam, tüm.
medar:
dayanak noktası, se-
bep, vesile.
muvazene:
ölçü, kıyas, muka-
yese.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
sahife:
sayfa.
sâir:
diğer, başka, öteki.
sehven:
yanlışlıkla, yanılarak,
hataen.
tecavüz:
sınırını aşma.
telif:
yazılmış, ortaya konul-
muş eser.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
tesadüf:
rastlantı.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
tevafukat:
uygunluk.
vazife:
görev.
ziyade:
çok, fazla.
| 500 | BARLA LÂHİKASI