görüşmeyi müsaade etmiyor. Hâlbuki, o misafire risale-
lerin kıymetini göstermek, onu onlardan istifadeye sevk
etmek, hem muhtaç olduğu kuvvet-i imana ve kuvve-i
maneviyeye yardım etmek için birkaç gün lâzım. Çünkü,
risalelerdeki kuvvetli bürhanlara herkes yetişemiyor, ta-
mamıyla kavramıyor. Ruhum çok arzu ediyordu ki, kısa,
hafif bir vesile elime geçip, bîçare misafırlerin zahmeti
beyhude gitmesin. Fakat kerametim yok, elimden bir şey
gelmez. Yalnız misafirlerin niyet ve ihlâsına itimat edip
onların mükâfatını rahmet-i İlâhiyeye havale ediyorum.
İşte Cenab-ı Hak evvel
İşaratü’l-İ’caz
’da sonra Onuncu
Sözde çabuk kanaat verecek ve risalelere itimat ettirecek
bir eser-i inayet ihsan etti. Hakikaten benim için çok ko-
lay oldu. Ben de çok rahat ettim ve çok zatlara az bir za-
manda kuvve-i maneviye ve Kur’ân-ı Hakîmin hakkani-
yetine göz ile görünecek emareler gösteriyordum. Hatta
çok muannitlerin inadı kırıldı. Çok dinsizler de onunla
imana geldiler. Fakat
İşaratü’l-İ’caz
’daki izahı bir, iki, üç
saat bitmiyordu. Ben de yoruluyordum. Cenab-ı Hak ke-
mal-i rahmetinden, daha kolay,
İşaratü’l-İ’caz
’ın iki saat-
te verdiği faideyi Onuncu Söz iki-üç dakikada aynı faide-
yi verdi. Bu zamanda göz ile görünecek gayet cüz’î bir
eser-i inayet, manevî büyük kerametlerden daha tesirli-
dir. İşte bu cüz’î bir eser-i inayet hem bana, hem sizin gi-
bi kardaşlarıma bir kolaylık temin ettiği için ziyade ehem-
miyet verdim. Madem bu Sözdeki tevafuk bize ve misafir-
lere çok faydalıdır ve hayırlı neticeler verir; elbette içinde
adî:
basit, bayağı, sıradan.
beyhude:
boşuna.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cüz’î:
küçük, az.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
emsal:
eş, benzer.
eser-i inayet:
lütuf eseri; ihsan,
iyilik, yardım alâmeti.
faide:
fayda.
gayet:
son derece.
hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
hakkaniyet:
hak ve adâlete uy-
gunluk.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
ihlâs:
samimiyet, dürüstlük,
doğruluk.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
itimat:
emniyet, güven.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kıymet:
değer.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kemal-i rahmet:
rahmetin
mükemmelliği.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
kuvve-i manevîye:
manevî
güç, moral.
kuvvet-i iman:
iman kuvveti.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muhtâc:
ihtiyacı olan.
mükâfat:
ödül.
müsaade:
izin.
niyet:
maksat, meram.
rahmet-i İlahî:
Allah’ın sonsuz
rahmeti.
risale:
kitap, eser.
sevk:
yöneltme.
tesir:
etki.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
vesile:
bahane, sebep.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
zat:
kişi, şahıs, fert.
ziyade:
fazlasıyla.
| 496 | BARLA LÂHİKASI