Barla Lâhikası - page 486

2.
İktiza ettikçe, soruldukça, münasebet geldikçe, per-
vasızca daima aldığım derslerden öğrendiğim hakikatleri
söylediğim hâlde, bütün meslektaşlarımın hakkımda mu-
habbet göstermeleri ve cevap verememeleri,
3.
Ahkâm-ı diniyece gücüm yettiği kadar mütavaat
gösterdiğimi bildiklerine ve gördüklerine rağmen, ekser
meslek büyüklerimin hususiyet ve gidişlerini beğenmedi-
ğim hâlde, alenen takdirlerini izhar eylemeleri,
4.
Elâziz’de maddeten hayli uzakta bulunmaklığıma
rağmen, Risale-i Nur feyz-i menbaından nebean eden le-
maatın, izn-i Hak’la arızasız gelebilmeleri,
5.
Eski hocalarımın âsâr-ı Nuru bu âcizden dinlemele-
ri, vasıtamla okumaları,
6.
Elhamdülillâh buraya gelen Nurlu eserlerin, hususi-
yet ve mahremiyet kayıtlarına bir derece dikkat ederek,
intişarına çalıştığım hâlde, yüz bin kere şükür ve minnet
ol Hâlık-ı Azîm’e, bir mâni ve şer zuhur etmemesi, ilh...
Açık, zahir, bâhir ve kat’î bir himaye ve sıyanet-i ma-
neviye neticesi ve Risale-i Nur Şakirtleri arasındaki haki-
kî ihlâs ve tesanüdün parlak bir tecellisidir.
Sun’î bir tevazu için değil, hakikati ifade için derim ki,
bundan evvel Sabri Efendi kardeşimize yazdığım küçük
mektubumda da zikrettiğim veçhile, Risale-i Nur Şakirt-
leri vücud-i manevîsinde, ancak küçük bir ayak parmağı
kadar bir kıymeti olan bu bîçare kardeşinizi, Hâlık’ımız
bu günahkâr abdini nihayetsiz in’am ve ihsanına lâyık
abd:
kul.
âciz:
zayıf, güçsüz.
ahkâm-ı diniye:
dine ait hüküm-
ler, dinle ilgili hükümler.
alenen:
açıktam açığa, gizleme-
den.
arıza:
aksama.
asar-ı Nur:
Nur eserleri.
bâhir:
apaçık, aşikar.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
daima:
her vakit, sürekli, her za-
man.
ekser:
çoğunluk.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, Allah’a şükür.
feyz-i menba:
bolluk, bereket
kaynağı, ilim, irfanın su gibi akıp
taşması.
günahkâr:
günahlı, günah işlemiş.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden.
Hâlık-ı Azîm:
büyük yaratıcı, Al-
lah.
himaye:
koruma, muhafaza etme.
hususîyet:
özellik.
ifade:
anlatma, anlatım, anlatış.
ihlâs:
halis, içten, samimî, riyasız,
karşılıksız sevgi ve bağlılık, gönül-
den gelen dostluk.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
İktiza:
işe yarama, gerekli ol-
ma.
in’am:
nimet verme, nimet-
lendirme, ihsan etme.
intişar:
yayılma, dağılma, neş-
rolunma.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kıymet:
değer.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
lem’a:
parıltı.
maddeten:
maddî olarak.
mahremiyet:
mahremlik, giz-
lilik.
mâni:
engel.
meslek:
gidiş, usül, tarz.
minnet:
iyiliğe karşı duyulan
şükür hissi.
muhabbet:
sevgi, sevme.
münasebet:
ilişki, alâka.
nebean:
kaynayarak çıkış.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
perva:
çekinme, sakınma, çe-
kingenlik.
sıyanet-i manevî:
manevi ko-
runma.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şer:
kötülük.
takdir:
beğenme, beğendiğini
belirtme.
tecelli:
açılıp belirme, açıkça
ortaya çıkma, aydınlanma.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
tevazu:
alçak gönüllülük, bir
kimsenin başkalarını kendin-
den küçük görmemesi.
vasıta:
aracılık.
vech:
sebep, vesile.
vücud-i manevî:
manevî vü-
cut.
zahir:
görünen, görünücü.
zikir:
bildirme, bildirilme.
zuhur:
ortaya çıkma.
| 486 | BARLA LÂHİKASI
1...,476,477,478,479,480,481,482,483,484,485 487,488,489,490,491,492,493,494,495,496,...720
Powered by FlippingBook