olan, bazen on, bazen otuz üç
(1)
*G s
’p
G n
¬'
dp
G n
B ’
ve üç defa
da salâvat okumaktan ibarettir. Hususî ibadetinde yanı-
na hiçbir kimseyi bırakmaz, en has hizmetçisi de yanına
giremez ve diyor ki: Ben şeyh değilim, ancak bir hoca-
yım. Eskiden dünyaya karıştığım için günahlarım çoktur.
Onlara istiğfar ediyorum diyor. Üstadımız hakkında ehl-i
dünyanın ve ehl-i hüküm tarafından çok defa ne ile yaşı-
yor, diye endişekârâne soruluyor. Bu sual altında acaba
başkaların hediye ve sadakalarıyla mı yaşıyor deniliyor.
Elcevap:
Bizler daimî hizmetindeyiz. Hiçbir kimsenin
sadaka ve hediyesini ihtiyârı ile kabul etmez. Mecbur kal-
dığı zaman, mukabilini vermek suretiyle alır. Barla’da
köy halkı az olduğundan menedip kendini kurtarıyordu.
Buraya geldikten sonra Barla gibi “Ben bir şey istemiyo-
rum” diye olan musırrâne redde muvaffak olamadı. Ha-
tırları kırılmayacak bazı dostların getirdikleri yemekleri
birkaç defa yedi. Sonra birden bire, hasta olmadığı hâl-
de iştihası tam kesildi. Bizim kanaat-ı kat’iyemiz geldi ki,
başkasının hediye ve sadakasını yedirmemek için, mane-
vî bir ihtiar ve bir itaptır.
Evet iki sene evvel, bütün ramazanda üç ekmek, bir
okka pirinç ona ve dört kedisine kâfi geldiği gibi, bir
sene evvel üç francala, bir ramazan yine kâfi gelmişti. Bu
ramazan-ı şerifte otuz günde, yarım okka yoğurtla,
yarım okkadan daha az pirinç ve dört kuruşluk bir fran-
cala yediğini, (yalnız bir-iki kupa çay içmek ve iftar
BARLA LÂHİKASI | 481 |
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç sa-
hibi fakirlere yapılan yardım.
salâvat:
Hz. Muhammed’e rahmet
ve esenlik dileme, salât ve selam
etme.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
daimî:
sürekli, devamlı.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
dünya adamı, ahireti düşün-
meyen.
ehl-i hüküm:
hükmedenler,
hüküm verenler, hâkimler.
endişekârâne:
sebebi belli ol-
mayan korkuya kapılırcasına.
francala:
yuvarlak ekmek.
hususî:
özel.
ibadet:
kulluk.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ihtiyâr:
irade, tercih.
istiğfar:
tevbe etme, Allah’tan
günahlarının bağışlanmasını
isteme.
iştiha:
yemeğe karşı duyulan
istek, mide açıklığı, açlık, iştah.
itap:
azarlama, rencide etme.
kâfî:
yeterli.
kanaat-i kat’iye:
kesin kana-
at, varılan kesin düşünce.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
mukabil:
karşılık.
musırrâne:
israr ve inatla, ıs-
rarlı bir şekilde.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
okka:
dört yüz dirhemden
oluşan bir ağırlık ölçüsü birimi,
1283 gram.
red:
kabul etmeme.
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.