arzum ve iştiyakım, o gülistana girebilmek ve o güzel gül-
lerden koklamak, yoksa onun tavsifinde âciz ve kasırım.
Gerçi kalbimde galeyan eden manalar çoktur. Lâkin her
nedense, lisan hissiyatımızın tercümanı olamıyor.
Şu kadar diyebilirim ki, elimde mevcut risaleler ve fih-
ristede gördüğüme nazaran, Risale-i Nur eczaları bir şe-
cere-i nuraniyedir ki, dalları, aktâr-ı arza neşr-i envar edi-
yor. Ve ilânihaye edecektir. Karanlıklı bir gecede, sema-
daki yıldız ve kamerler, zemin yüzünde nasıl rehberlik
ederlerse, Risale-i Nur eczaları da öyledir. Ve zulmette,
nura ihtiyaç ne ise, Risale-i Nur eczaları da odur.
Bahr-ı dalâlet mevceleri arasında, sefine-i Nuh
(
AS
)
ne-
cat verir, her kim dâhil olsa, tufan-ı maasiden halâs bu-
lur. Risale-i Nur eczaları, küre-i arzın mevsim-i erbaa kü-
tüphanesinde bir bahardır. Ve bahar kadar letafetlidir ve
canbahştır ve ölmüş arza o bahar vasıtası ile hayat veril-
diği gibi, Risale-i Nur eczaları da ölmüş arz kulüplere ta-
ze hayat verir. Risale-i Nur eczaları bir mürşittir. İnsanı
haksızlıktan hakka döndürür ve hayvanlıktan insaniyete
ve esfel-i safilînden, âlâyıilliyyine yükseltir. Otuz Üçüncü
Sözün Yirmi Dördüncü Mektubu ve emsalleri, insanın
ruhunda inşirah hâsıl ediyor. Ve kalbinde Sâni-i Ha-
kîm’in hikmetine karşı pencereler açıyor. Risale-i Nur
eczaları, insanın sıkıntılı vaktinde imdadına yetişir ve
teselli eder, bu ciheti aynen gördüm ve elhâsıl Risale-i
Nur eczaları hakkında her ne desem, yine o nura karşı
BARLA LÂHİKASI | 471 |
mevc:
dalga.
mevsim-i erbaa:
dört mevsim.
mürşit:
gafletten uyandıran, doğ-
ru yolu gösteren.
nazaran:
nispeten, kıyaslayarak,
göre.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
neşr-i envar:
nurların yayılması,
nurların dağıtılması, nurların saçıl-
ması.
risale:
kitap, eser.
Sâni-i Hakîm:
hikmet sahibi olan,
her şeyi sanatla ve hikmetle yara-
tan Allah.
sefine-i Nuh:
Hz. Nuh’un (a.s.) ge-
misi.
sema:
gökyüzü, gök.
şecere-i nuraniye:
nurlu ağaç.
tavsif:
vasıflandırma, niteleme.
tercüman:
çeşitli hâl, durum,
maksat ve duyğuları ifade etme
aracı.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
tufan-ı maasi:
günahların bir sel
gibi arttığı zaman.
vasıta:
aracı.
zemin:
yeryüzü.
zulmet:
karanlık.
âciz:
gücü yetmez, zavallı.
âlâyıilliyyin:
yüceler yücesi,
en yüksek mertebe.
arz:
toprak.
arz:
yer, dünya.
canbahş:
hayat bağışlayan,
can veren.
cihet:
yan, yön, taraf.
dâhil:
içinde, içeri girmiş.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısım-
lar.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle,
kısaca.
emsal:
eşler, benzerler.
erbaa:
dört.
esfel-i safilîn:
aşağıların en
aşağısı, Cehennemin en aşağı
tabakası.
fihrist:
liste, katalog.
galeyan:
coşma, çalkalanma,
kaynama.
gerçi:
her ne kadar...
gülistan:
gül bahçesi, gül tar-
lası.
hakka:
gerçek.
halâs:
kurtulma, kurtuluş, se-
lamete erme.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
hikmet:
gizli sebep, gaye.
hissiyat:
hisler, duygular.
imdat:
yardım.
insaniyet:
insanlık mahiyeti.
inşirah:
ferahlama, göğsün
açılıp sevinç ve huzura kavuş-
turulması, rahatlama.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
kamer:
Ay.
kasır:
eksik noksan.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
lâkîn:
ama, fakat, ancak, su
kadar var ki.
letafet:
latiflik, hoşluk, incelik.
lisan:
konuşma dili, dil.