tashihimizin yanlış olduğunu anladık, daha listemizi de-
ğiştirmedik. Matbaa hatası olarak tefsir tashihe muhtaç
zannettik, fakat edemedik. Çünkü, sahibi büyük bir mü-
dakkik ve matbaa da Camiü’l-Ezher yanında ve kurbün-
de, Ezherî ulemasının nazarı altında olduğundan tashihe
cür’et edemedim. Aynı tefsiri, tebyiz ile beraber gönde-
riyorum. Ona bakarsınız, fakat tenkide uğraşmayınız.
Çünkü, benim listem takribîdir, daha tahkikî yapmadım.
Tefsir ise, çoğunda rivayete istinat eder. Hem bazı Su-
re-i Mekkiyede Medenî ayetler girmiş. Belki, hesaba da-
hil etmemiş. Meselâ, Sure-i Alâk’ta hurufu yüz küsur de-
miş. Muradı, en evvel nazil olan nısf-ı evveldir. O doğru
söylemiş. Ben ise eski mahfuzatıma istinaden mecmu-ı
sureyi zannettiğim için onun sevabında hata etmişim.
Hem tevafuktaki esrar, küllî yekûnlara bakar. Takribî fih-
riste bize kâfidir. Kenzü’l-Arş’ın üç nüktesinde yazılan te-
vafukat, küsuratın değişmesiyle değişmezler. Belki büyük
yekûnların değişmesiyle dahi o tevafukat bozulmaz.
Meselâ, Sure-i Kehf ile otuz dokuz sure, bin adedinde
ittifak ediyorlar. Bir iki tane bin adedini kaybetse, o mü-
him tevafuk bozulmaz. Ve hakeza... Küsuratın çendan
esrarı var, daha bize tamamıyla açılmadı. İnşaallah açıl-
dığı vakitte fihriste dahi tahkiki bir surete girecek.
Said Nursî
ìí
cür’et:
cesaret etme, yüreklilik, yi-
ğitlik.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
dâhil:
içine girme, sokma.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
fihriste:
katalog, liste.
hâkezâ:
böylece, bunun gibi.
huruf:
harfler.
İnşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
istinaden:
istinat ederek, dayana-
rak.
istinat:
dayanma, delil olarak ka-
bul etme.
ittifak:
birleşme; rast geliş.
kâfî:
yeterli.
kurb:
yakın olma hali, yakın-
lık.
küllî:
umumî, genel.
küsurat:
küsurlar, artan kı-
sımlar, artıklar.
mahfuzat:
ezberlenmiş şey-
ler.
mecmu-ı sure:
surenin tama-
mı.
medenî:
medine şehrine ait
olan.
meselâ:
örneğin.
muhtâc:
ihtiyacı olan.
müdakkik:
tetkik eden, ince-
den inceye araştıran.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
nısf-ı evvel:
birinci yarı, ilk ya-
rı.
nazar:
dikkat.
nazil:
nüzul eden, inen.
nükte:
ince manalı, düşündü-
rücü söz.
rivayet:
bir haber, söz veya
olayı nakletme.
suret:
biçim, tarz.
tahkikî:
araştırma ve incele-
me ile ilgili, inandığı şeylerin
aslını, esasını bilerek inanma.
takribî:
kesin olmayan, ihti-
male göre olan, aşağı yukarı,
tahminî.
tashih:
düzeltme, yanlışını gi-
derme.
tebyiz:
temize çekilmiş.
tefsir:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıkla-
mak maksadıyla yazılan kitap.
tenkit:
eleştiri.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
tevafukat:
uygunluk.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
yekûn:
toplam, tutar.
| 464 | BARLA LÂHİKASI