bana ehemmiyetli bir teşvik kamçısı oluyor. Hem ne ise
Kardeşlerim, gücenmeyiniz; bir miktardır sizlere mektup
yazdığım zaman birbirinden uzak meseleleri topluyorum.
Her mektup bir aşure olur.
Hami sen:
Ben kolu kısa boyu kısa cübbeme razı ol-
dum, daha bir şey lâzım değil. Hüsrev’in sakosu yanım-
da makbul misafirdi, gönderiyorum. Validesinin bir dere-
ce kesb-i afiyet ettiğinden çok mesrur oldum. Cenab-ı
Hak sıhhat ve afiyet versin. Orada Hüsrev’in kardeşi Ali
Hasan ve Tenekeci Mehmed Efendi ve Hafız Ahmed gi-
bi Sözler’le alâkadar olanlara selâm ediyorum.
Kardeşiniz
Said Nursî
ì
Numune için gönderilen kâğıt zayi olmuş, göremedik.
Beyaz kâğıttan siz intihab edersiniz. Sulfato geldi, fakat
çoktur. Mehmed Efendi bana yeniden bir levha yazması
beni minnettar ediyor. Cenab-ı Hak yazdığı her bir harfe
mukabil bin sevap ihsan eylesin, amin, amin...
ì®í
afiyet:
sağlık, esenlik.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
aşure:
içinde çeşitli unsurlar
bulunan, karışık.
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
cübbe:
üste giyilen bol ve
uzun elbise.
ehemmiyetli:
önemli.
hamisen:
beşinci olarak, be-
şincisi, beşinci derece.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
intihap:
seçme.
kesb-i afiyet:
afiyet bulmak.
levha:
çerçevelenerek duvara
asılan hat.
makbul:
geçerli, muteber.
mesrur:
sevinçli, memnun.
minnettar:
bir iyiliğe karşı
minnet duyan.
mukabil:
karşılık.
razı:
rıza gösteren, kabul
eden, hoşnut olan.
sıhhat:
sağlık, esenlik.
sako:
üste giyilen erkek elbi-
sesi.
sulfato:
sıtma hapı.
Valide:
ana, anne.
| 462 | BARLA LÂHİKASI