Maksadım, ona o risaleyi yazdırmak, onu has talebeler
dairesine idhal etmekti. Yoksa ona o zahmeti vermez-
dim. Maşaallah, hatem-i Mu’cizat-ı Ahmediyeyi
(
ASM
)
çok
güzel tersim etmişsiniz. Sözler ile alâkadarlar içinde bu
hateme tam kanaati olanların isimlerini bana yazsınlar,
onları ikinci dairede yazacağız. Tâ o nura hissedar olsun-
lar. Şükre dair nüshanız Kuleönülü Mustafa bir adama
verip, o da muhafaza edememiş. Yağmur bir parça boz-
duğu için mahcup olarak, sana göndermeyip bana gön-
derdi. Benim de güzel yazılmış bir nüsham var, sana
gönderiyorum. Ona göre yeni bir nüsha kendinize yazar-
sınız. Sen bana şükre dair yazdığın mübarek nüshayı bir
ay evvel Atabey tarafına göndermiştim. Kim aldığını bil-
miyorum, elime geçmedi. Hem size Yirmi Sekizinci
Mektubun Yedinci Meselesinin Hatimesini gönderiyo-
rum. O Hatime, hatem-i i’caza gelen tenkidatı reddedi-
yor ve parlak bir mühr-i tasdik olduğunu gösteriyor. O
hatemlerin bir nüshasını sana gönderdik. Orada hatemi
gören ve kabul eden ve Sözler’le alâkadar olan zatların
münasip gördüklerini boş kalan gözlere kaydedebilirsin.
(1)
»/
bÉn
Ñr
dGn
ƒo
g»/
bÉn
Ñr
dn
G
Mirzazade
Said Nursî
ì®í
ahirzaman:
dünyanın son devre-
si.
ahiret:
öbür dünya, ikinci hayat.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
dair:
ait, alakalı, ilgili.
ehl-i hak:
ehl-i sünnet.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida, baş-
langıç.
hakikî:
doğru, gerçekten.
hatem:
mühür, damga.
hatem-i i’caz:
mu’cize oluş şekli,
mührü.
Hatime:
son, nihayet, bitiş.
hissedar:
hisse sâhibi, hissesi
olan.
hizmet-i Kur’ân:
Kur’ân hizmeti.
idhal:
dahil etme, içine alma, sok-
ma.
ilm-i kelâm:
kelâm ilmi, Cenab-ı
Hakkın zat ve sıfatlarından, nü-
büvvet, haşir, kader gibi imana ait
meselelerden İslâmî esaslar daire-
sinde delil ve bürhana dayalı ola-
rak bahseden ilim.
kıymet:
değer.
kanaat:
görüş, fikir.
kudsî:
mukaddes, yüce.
mahcup:
utanan, utanmış.
Maşaallah:
Allah nazardan
saklasın, ne güzel, Allah koru-
sun.
mezhep:
dinde tutulan yol,
dinde anlayış ve ibadet yolu.
muhafaza:
koruma, saklama,
hıfzetme.
muhakkik:
tahkik eden, ger-
çeği araştırıp bulan, bir şeyin
iç yüzünü inceleyerek vakıf
olan.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
mühr-i tasdik:
Tasdik mührü,
kabul damgası.
münasip:
uygun.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
nüsha:
birbirinin aynı olan ya-
zılı metinlerden her biri.
nüsha:
yazılı, yazılmış şey.
risale:
konu, bölüm.
suret:
tarz, yol, gidiş; usul, me-
tot, uslûp.
talebe:
öğrenci.
tenkîd:
eleştirme.
tersim:
düzenleme, biçim ver-
me.
umum:
bütün.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
zat:
kişi, şahıs, fert.
1.
Bâkî olan ancak Allah’tır.
| 452 | BARLA LÂHİKASI