Şu mübarek risaleler, hararetli bir adamın suyu gördü-
ğünde ufak bir kapta ise, kazanına koymak, büyük göl ve
deniz ise, içine girmek istediği gibi, şu zamanın nursuz
yakıcı şiddet-i hararetine karşı, ihlâs denizini göstermek-
le harareti kesmek, hem her nevi cevahir ve elmas için-
de bulunduğunu beyan etmekle o denize davet ediyor,
nefsin talibi olduğunu riya ve hubb-i câh gibi her cihette
zararlı yılanlar gibi zehirleyen, ibadet perdesi altında
dünyayı tahsil etmek isteyip, kabir kapısında hatasını bil-
diği ve teveccüh-i nâsa muhabbetten, firavun gibi gark
olurken dönmek isteyip, kimseye müyesser olmadığını
ve daha teferruatı ile o âlemleri bu lem’alar öyle tenvir
ediyorlar ki, eğer murad-ı İlâhî olsa, bu zamanın şöhret-
perest zındıkları da görselerdi, ellerindeki vücutlarına
zemherir getiren buzları atıp, ihlâs ile iman edip,
Kur’ân’ın elmas cevahirlerini alırlardı.
Muhterem Efendim!
Keramet-i Aleviye risalesi çok cihetlerle keramet oldu-
ğu gibi, Risale-i Nur şakirtlerini intibaha ve teşvike, sa’y
ve gayrete, cesaret ve şecaate sevk ile, hareket ettikleri
yolda yalnız olmadıklarını ve karşılarında düşmanın, yal-
nız onların düşmanı olmayıp, belki, mazide duran ve bi-
ze pek yakından bakan ervah-ı aliyenin de düşmanı
olup, o âlî ruhlar önümüzde pişdar, etrafımızda zırh gibi
ve muhafız ve muavin olduklarını göstermekle, zaiflere
kuvvet, havf edenlere cesaret ve şecaat, kavilere refik
oluyor ve her zaman bu risaleye herkesin ihtiyacını gös-
teriyor. Bu zamanın kisve-i ilmiye ve mümessil-i din ve
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cevahir:
cevherler, elmaslar, kıy-
metli taşlar.
cihet:
yön.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
ervah-ı âliye:
yüce ruhlar.
firavun:
eski Mısır hükümdarları-
na verilen isim.
gark:
boğma, boğulma.
hararet:
susuzluk, susama.
havf:
korku, korkma.
hubb-i cah:
makam sevgisi, rütbe
ve mevki sevgisi ve bunlara karşı
gösterilen aşırı hırs.
ihlâs:
samimiyet, dürüstlük, doğ-
ruluk.
intibah:
uyanış.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
kisve-i ilmiye:
ilmî kisve, ilim
adamlarına, hocalara ait elbise, il-
mî kıyafet.
lem’a:
parıltı.
mazi:
geçmiş zaman.
muavin:
yardımcı.
muhabbet:
sevgi, aşk derecesin-
de sevme.
muhâfız:
koruyucu, bekçi.
muhterem:
saygı değer, hürmete
layık, saygın.
murâd-ı İlâhî:
Cenab-ı Hakkın is-
teği, arzusu, muradı.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
mümessil-i din:
din temsilcisi.
müyesser:
kolaylaştırılmış;
nasip olan.
nefs:
kulun kötü ve günah
olan hâl ve huyları, süflî arzu-
ları.
nevi:
çeşit.
refik:
arkadaş, yoldaş, yol ar-
kadaşı.
risale:
kitap, eser.
risale:
konu, bölüm.
riya:
iki yüzlülük, yalandan
gösteriş, samimiyetsizlik.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
sevk:
yöneltme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şecaat:
yiğitlik, yüreklilik, ce-
surluk, korkusuzluk, kahra-
manlık, hamaset.
şiddet-i hararet:
sıcaklığın,
hararetin şiddeti, sıcaklığın
aşırı etkisi.
şöhretperest:
şöhret düşkü-
nü.
tahsil:
elde etme, alma, ka-
zanma.
talip:
talep eden, isteyen, is-
tekli.
teferruat:
ayrıntılar, dallar,
bölümler.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
teveccüh-i nas:
insanların ilgi-
si, insanların insana vermiş ol-
dukları değer.
zındık:
Allah’a ve ahirete
inanmayan, Allah’ı inkâr eden,
imansız, münkir.
zırh:
koruyucu çelik levha.
zaif:
zayıf, güçsüz, kuvvetsiz,
takatsiz, dermansız.
zemherir:
kışın en soğuk za-
manı, şiddetli, soğuk kara kış.
| 448 | BARLA LÂHİKASI