gibi, enbiyadan sonra beniâdem içinde en yüksek, en
namdar, en mümtaz olan Sahabelerin medar-ı rüçhani-
yetleri, menşe-i imtiyazları ve maden-i meziyetleri olan
secâyâ-i samiye ve ahlâk-ı âliye ve muamelât-ı galiyeye o
mezkûr kayıtlar ve sıfatlarla işaret ediyor. O kayıtlarla di-
yor ki:
Sahabelerin halka karşı vaziyetleri: Düşmanlarına şe-
dittirler ve dostlarına ve mü’minlere rahîmdirler. Cenab-ı
Hakka karşı rükû ve secdede kemal-i itaattedirler. Her
işlerinde Cenab-ı Hakkın rıza ve fazlını kastederek ke-
mal-i ihlâstadırlar.
Hem Sahabelerin ilimde ve amelde ve siyasette ve as-
kerlikte gösterdikleri fevkalâde metanet ve terakki ve se-
bat ve tefevvuku, maziden Tevrat ve İncil’i işhat ederek
mu’cizâne ve müstakbelden ibadet ve cihad vazifesinde
harikulâde hareketleri ihbar ederek, mu’cizâne mazi ve
müstakbelde iki ihbar-ı gaybiye ile Sahabelerin i’cazkâr
ahvalini haber vermekle, şu ayette bir lem’a-i i’cazı gös-
terir. Ve ayetin daha başka çok işaretleri vardır. İzahı
uzun olduğundan ve ihatamız nakıs ve elimiz kısa bulun-
duğundan kısa kestik.
İşte, madem şu ayet, hem cümleleri, hem kelimeleri,
hem hurufatıyla ayrı ayrı vazifeleri gördükleri hâlde ma-
na-i maksudun etrafında toplanıp ona bakıyorlar. Acaba
bilmediğimiz ve beyan etmediğimiz, şu ayetin daha çok
esrar-ı acibeyi cami olduğu anlaşılmaz mı?
ahlâk-ı âliye:
yüksek ahlâk, yüce
ahlâk, üstün ahlâk.
ahval:
haller, durumlar.
amel:
fiil, iş, emek.
benîâdem:
Ademoğulları, insan-
lar.
beyan:
bildirme, açıklama, söyle-
me.
cami:
toplayan, içine alan, kapsa-
yan.
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
cihad:
düşmanla savaşma, Allah
yolunda malla ve canla düşmana
karşı savaşmak.
enbiya:
nebiler, peygamberler.
esrar-ı acibe:
acayip, hayrette bı-
rakan sırlar.
fazl:
iyilik, fazilet, erdem, lütuf.
fevkalâde:
olağanüstü.
haber:
ilim, malûmat, bilgi.
harikulâde:
olağanüstü.
hurufat:
harfler.
i’cazkâr:
muarızlarının başlarını
yere eğdirecek şekilde mu’cizeli
olan.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihbar:
haber verme, bildirme.
ihbar-ı gayp:
gayptan gelen ha-
ber, geçmiş veya gelecek zamana
ait haberler.
işhat:
şahit gösterme, tanık getir-
me.
İzah:
açıklama, ayrıntıları ile anlat-
ma.
kast:
bir işi bile bile, isteyerek
yapma.
kemal-i ihlâs:
ihlâsın mükemmel
oluşu, mükemmel ve kusursuz sa-
mimiyet, ihlâs.
kemal-i itaat:
itaatin kusursuzlu-
ğu, tam ve mükemmel itaat.
lem’a-i i’caz:
acze düşüren parıltı,
mu’cizelik parıltısı.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
maden-i meziyet:
meziyetin ma-
deni, yüksek vasıf ve karakterin
kaynağı.
mana-i maksut:
kastedilen mana,
istenilen anlam, istenilen mahiyet.
mazi:
geçmiş zaman.
medar-ı rüçhaniyet:
üstünlük se-
bebi.
menşe-i imtiyaz:
üstünlük
sebebi.
metanet:
metin olma, daya-
nıklılık; gayret.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
mu’ciz-âne:
mu’cizeli bir şe-
kilde.
muamelât-ı gâliye:
yüksek
muameleler, üstün davranış-
lar.
mü’min:
iman eden, inanan.
mümtaz:
ayrıcalılklı, seçkin.
müstakbel:
gelecek.
nakıs:
noksan, eksik.
namdar:
meşhur, ünlü, şöh-
retli, namlı.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
rahîm:
şefkatli, merhametli.
rükû:
namazda öne eğilme.
sıfat:
hâl, keyfiyet, nitelik, va-
sıf.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle şereflenen ve
onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
sebat:
sözünde durma, kararlı
olma, azimlilik.
secâyâ-i samiye:
yüksek ve
kıymetli seciyeler, hususiyet-
ler, vasıflar.
secde:
namazda, alınla bera-
ber burnu yere koyma şeklin-
deki ibadet vaziyeti.
şedit:
şiddetli, sert, katı.
tefevvuk:
üstün olma, üstün-
lük.
terakki:
yükselme, ilerleme.
Tevrat:
Hz. Mûsa’ya (a.s.) indi-
rilmiş olan İlâhî kitap.
vazife:
dinî mükellefiyet, yü-
kümlülük.
vaziyet:
durum.
| 442 | BARLA LÂHİKASI