Hem, biz
(1)
Én
fp
óu
«°n
S
lâfzıyla tabir ettiğimizden, diyoruz
ki: “Yâ Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz
olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.”
'
=¤n
Yn
h n
?p
dƒ°o
Sn
Qn
h n
?p
ór
Ñn
Y m
ó s
ªn
ëo
e Én
fp
óu
«°n
S '
¤n
Y u
?°n
U s
ºo
¡
s
?dn
G
(2)
n
Ú/
©n
ªr
Ln
G /
¬p
Ñr
ë°n
Un
h /
¬p
d'
G
İKİNCİ MESELE:
Bir kardeşimizin uzun bir sualine kısa bir cevaptır.
Eğer desen:
Nedir şu tabiat ki, ehl-i dalâlet ve gaflet
ona saplanmışlar, küfür ve küfrana girip ahsen-i takvim-
den esfel-i safilîne sukut etmişler?
Elcevap:
Tabiat namı verdikleri şey, şeriat-ı fıtriye-i
kübra-i İlâhiyedir ki, mevcudatta zuhur eden ef’al-i İlâhi-
yenin tanzim ve nizamını gösteren âdetullahın mecmu-i
kavanininden ibarettir. Malûmdur ki, kavanin umur-i iti-
bariyedir; vücud-i ilmîsi var, haricîsi yok. Gaflet veya da-
lâlet saikasıyla Kâtip ve Nakkaş-ı Ezelî’yi tanımadıkların-
dan, kitabı ve kitabeti kâtip ve nakşı nakkaş, kanunu
kudret, mistarı mastar, nizamı nazzam, sanatı sâni te-
vehhüm etmişler.
Nasıl ki bir vahşî ve insanların içtimaiyatını görmemiş
bir adam, muhteşem bir kışlaya girse, bir ordunun ni-
zamat-ı maneviye ile muttarit hareketini temaşa etse,
maddî ipler ile bağlı tahayyül eder. Veyahut o vahşî,
muazzam bir camie dâhil olsa, görse ki Müslümanların
BARLA LÂHİKASI | 435 |
kavanin:
kanunlar, yasalar.
kitabet:
yazı yazma.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kübra:
büyük olan.
küfran:
iyilik bilmeme, görülen
iyiliği unutma, nankörlük.
küfür:
nimeti inkâr etme.
lâfz:
söz, kelime, ağızdan çıkan,
manalı veya manasız söz.
maddî:
madde ile alakalı, cismanî.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
masdar:
şahıs veya zaman gös-
termeyen, fakat olumlu ve olum-
suz fiile (işe, oluşa) delâlet eden
kelime.
mecmua-i kavanin:
kanun kitabı,
kanunlar mecmuası.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahluklar.
mistar:
mastar, sıvacıların ve du-
varcıların sıvayı, betonu düzelt-
mek üzere kullandıkları enli, uzun
ve düz tahta.
muazzam:
çok büyük, ulu, yüce.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
muttarid:
sıralı, düzgün, intizamlı,
düzenli.
nakkaş:
nakış işi yapan, nakış iş-
leyen kimse.
Nakkaş-ı Ezelî:
ezelî nakkaş; her
şeyi Zatına has olarak nakış nakış
işleyen, evveli olmayan Allah (c.c.).
nakş:
ipek, sırma ile işleme.
nazzam:
en iyi düzenleyen, en
güzel nazmeden, en güzel tanzim
eden.
nizam:
düzgünlük, tertip.
saika:
sevk eden, sürükleyen, se-
bep olan.
sâni:
sanat eseri meydana geti-
ren.
sirayet:
yayılma, dağılma.
sükût:
değerden düşme, değerini
yitirme.
şeriat-ı fıtriye-i kübra-i İlahiye:
Cenab-ı Hakk’ın bütün kainatı ku-
şatan yaratılış kanunları.
tabiat:
maddî âlem.
tabir:
yorum, yorumlama.
tahayyül:
hayale getirme, haya-
linde canlandırma.
tanzim:
düzenleme, sıralama, ter-
tipleme.
temâşâ:
bakma, bakıp seyretme.
tevehhüm:
sanmak, zannetmek.
umur-ı itibar:
itibar edilecek
emirler, uyulacak kanunlar.
vahşî:
medenîleşmemiş, barbar.
vücud-i ilmî:
ilmî varlık; bilgiden
ibaret varlık, sadece bilgi olarak
var olan.
zuhur:
ortaya çıkma.
âdetullah:
Allah’ın tabiata
koyduğu yaratılışa ait kanun-
lar.
ahsen-i takvim:
Cenab-ı Hak-
kın her şeyi en mükemmel ve
güzel biçimde yaratması.
dahil:
girme, içinde olma.
dalâlet:
iman ve İslamiyetten
ayrılmak, azmak.
dergâh:
sığınılacak yer; büyük
bir huzura girilecek kapı.
ef’al-i acibe-i İlâhiye:
Allah’ın
insanları hayretlere düşüren
Zatına has fiilleri, işleri.
ef’al-i ilâhiye:
Allah’ın işleri.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
esfel-i safilîn:
aşağıların en
aşağısı, Cehennemin en aşağı
tabakası.
haricî:
dışa ait, dışarı ile ilgili.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan, müteşekkil.
içtimaiyat:
sosyal hayata ait
bilgi.
kışla:
ask. askerlerin topluca
barındığı büyük yapı; askerî
birliklere ait bina.
kâtip:
yazan, yazıcı.
1.
Efendimiz.
2.
Allah’ım! Kulun ve yanımızda senin elçin, dergâhınızda da bizim elçimiz olan resulün Efen-
dimiz Muhammed’e ve onun bütün Âl ve Ashabına salât eyle.