Barla Lâhikası - page 428

Çünkü her bir tüyünde bilbedahe nihayetsiz bir hikmetle
bir sanat ve nihayetsiz bir kudretle bir nakş-ı ziynet gö-
rünüyor. Bu ise iradesiz ihtiyârsız olamaz.
Bu kemal-i kudret içinde kemal-i hikmeti ve kemal-i
ihtiyâr içinde kemal-i rububuyeti ve merhameti gösteren
sanatlar; cilve milve işi değil. Bu yaldızlı defteri yazan kâ-
tib içinde olamaz, onunla ittihat edemez. Belki yalnız o
defter, o kâtibin yazı kaleminin ucu ile teması var, öyle
ise o kâinat denilen misalî tavusun harikulâde ziynetleri,
tavus Hâlıkının yaldızlı bir mektubudur.
İşte şimdi o kâinat tavusuna bak, o mektubu oku. Kâ-
tibine maşaallah, tebarekâllah, sübhanallah de. Mektubu
kâtip zanneden veya kâtibi mektup içinde tahayyül eden
veya mektubu hayal tevehhüm eden, elbette aklını aşk
perdesinde saklamış, hakikatin hakikî suretini görme-
miş.
Vahdetülvücudun meşrebine sebebiyet veren aşkın
envaından en mühim ciheti, aşk-ı dünyadır. Mecazî olan
aşk-ı dünya, aşk-ı hakikîye inkılâp ettiği zaman, Vahde-
tülvücuda inkılâp eder. Nasıl ki, insandan şahsî bir mah-
bubu, muhabbet-i mecazî ile seven sonra zeval ve fenâ-
sını kalbine yerleştirmiyen bir âşık, mahbubuna aşk-ı ha-
kikî ile bir beka kazandırmak için, Ma’bud ve Mahbub-i
Hakikî’nin bir âyine-i cemalidir, diye kendini teselli eder,
bir hakikate yapışır.
Öyle de koca dünyayı ve kâinatı hey’et-i mecmuasıyla
mahbup ittihaz eden, sonra o muhabbet-i acibe, daimî
aşk-ı dünya:
şiddetli sevgi, dünya
sevgisi.
aşk-ı hakikî:
gerçek aşk; İlâhî aşk,
Allah aşkı.
âyine-i cemal:
cemal âyinesi, gü-
zelliğin görünmesi.
beka:
bakîlik, ebedîlik, sonsuzluk.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr olarak.
cihet:
yan, yön, taraf.
cilve:
tecelli, görüntü.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
fenâ:
yok olma, ölümlülük, geçici-
lik.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
Hâlik:
yaratıcı, Allah (cc).
harikulâde:
çok güzel, mükem-
mel.
heyet-i mecmua:
bir şeyin tefer-
ruatına ve cüzlerine bakılmaksızın
bütününün gösterdiği hâl ve man-
zara.
hikmet:
yüksek bilgi.
ihtiyârsız:
irade ve istem dışı.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kâtip:
yazan, yazıcı.
kemal-i hikmet:
hikmetin mü-
kemmelliği, tam ve eksiksiz bir
hikmet, mükemmel hikmet ve
gaye.
kemal-i ihtiyâr:
en güzel tercih
ediş.
kemal-i kudret:
kudretin mü-
kemmelliği.
kemal-i rububiyet:
Rububiyetin
mükemmeliği, Cenab-ı Allah’ın
mahlûkunu terbiye edip besleme
ve gözeticilik vasfının mükemmel-
liği.
kudret:
güç, kuvvet, takat, iktidar.
Mabut:
kendisine ibadet edilen,
tapınılan, kulluk edilen Allah.
Mahbub-ı Hakikî:
gerçek, doğru
sevgili; Cenab-ı Allah.
mahbup:
sevgili, sevilen, mu-
habbet edilen.
maşaallah:
Allah’ın istediği gi-
bi, Allah’ın istediği olur anla-
mında hayret ve memnunluk
ifade eden bir ibare.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı,
tavır, tutum, meslek.
misal:
bir şeyin benzer hâli,
benzer, örnek, nümune.
muhabbet-i acibe:
acaip yan-
lış sevgi.
muhabbet-i mecazî:
sevgi,
gerçek olmayan.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
nakş-ı zinet:
süslü nakış.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
sebebiyet:
sebep olma.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sübhanallah:
Allah her türlü
eksiklikten uzak ve bütün üs-
tün sıfatlara sahiptir demek,
tesbih etmek.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, husu-
sî.
tahayyül:
hayale getirme, ha-
yalinde canlandırma.
tebarekallah:
Allah mübarek
etsin maşaallah dua için oku-
nan bir kelâm.
teselli:
avunma.
tevehhüm:
sanmak, zannet-
mek.
vahdetülvücut:
vücudun bir-
liği, varlığın bir ve tek olduğu
düşüncesi, varlıkları bir bilme
düşüncesi: varlığın tek oldu-
ğunu, her şeyin bir olan Al-
lah’ın değişik görünüşleri ol-
duğuna inanma temeline da-
yanan tasavvufî görüş.
yaldız:
parlak boya.
zeval:
sona erme, bitme, yok
olma.
ziynet:
süs.
| 428 | BARLA LÂHİKASI
1...,418,419,420,421,422,423,424,425,426,427 429,430,431,432,433,434,435,436,437,438,...720
Powered by FlippingBook