zeval ve firak kamçılarıyla muhabbet-i hakikîye inkılâp et-
tiği vakit, o çok büyük mahbubunu zeval ve firaktan kur-
tarmak için, vahdetülvücut meşrebine iltica eder.
Eğer gayet yüksek ve kuvvetli iman sahibi ise, Muhyid-
din-i Arabî’nin emsali gibi zatlara, zevkli, nuranî, makbul
bir mertebe olur. Yoksa vartalara girmek, maddiyata gir-
mek, esbapta boğulmak ihtimali var. Vahdetişşuhut ise o
zararsızdır. Ehl-i sahvın da, yüksek bir meşrebidir.
(1)
o
¬n
YÉn
`Ñu
`Jp
G Én
æ`r
bo
Rr
QGn
h Év
?n
M s
?n
ër
dG Én
fp
Qn
G s
ºo
¡
s
?dn
G
(2)
o
º«/
µ`n
`?r
G o
º«/
?n
©r
dG n
âr
fn
G n
?s
fp
G BÉ '
æn
à`r
ªs
?n
Y Én
e s
’p
G BÉ '
æn
d n
ºr
?p
Y n
’ n
?n
fÉn
ër
Ñ
°o
S
Kardeşiniz
Said Nursî
ì@í
BARLA LÂHİKASI | 429 |
yanan tasavvufî görüş.
vahdetüşşuhut:
her şeyde Allah’ı
görme, müşahede etme.
varta:
tehlike, büyük tehlike.
zeval:
sona erme, bitme, yok ol-
ma.
daimî:
sürekli, devamlı.
ehl-i sahv:
aklı başında olan-
lar.
emsal:
eş, benzer.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
firak:
ayrılık, hicran.
gayet:
son derece.
ihtimal:
belki, olabilir.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
maddiyat:
para, mal, zevk vb.
ile ilgili şeyler.
mahbup:
sevgili, sevilen, mu-
habbet edilen.
makbul:
geçerli, muteber.
mertebe:
derece, basamak.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı,
tavır, tutum, meslek.
muhabbet-i hakîkiye:
gerçek
muhabbet, hakikî şefkat.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
vahdetülvücut:
vücudun bir-
liği, varlığın bir ve tek olduğu
düşüncesi, varlıkları bir bilme
düşüncesi: varlığın tek oldu-
ğunu, her şeyin bir olan Al-
lah’ın değişik görünüşleri ol-
duğuna inanma temeline da-
1.
Allah'ım, bize hakkı hak olarak göster, ve bizi ona tabi olmakla rızıklandır.
2.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgi-
miz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Suresi: 32.)