ediyoruz. Şimdi, seyirci iki adam var: Akıl ve kalb kanat-
larıyla bu kuşun yüksek meziyetlerine ve harika ziynetle-
rine uçmak istiyorlar. Birisi bu tavus kuşunun vaziyetine
ve heykeline ve harikulâde her bir tüyündeki kudret na-
kışlarına bakar, gayet aşk ve şevk ile sever, dakik tefek-
kürü kısmen bırakır ve aşka yapışır. Fakat görür ki, her
gün o sevimli nakışlar, tahavvül ve tebeddül eder. Sevdiği
ve perestiş ettiği o mahbuplar kayboluyor, zeval buluyor.
O adam, kendine teselli vermek ve aklına sığıştırama-
dığı vahdet-i hakikiye ile, “Rububiyet-i mutlaka ve ehadi-
yet-i zatıyla hallâkıyet-i külliyeye malik bir Nakkaşın bir
nakş-ı sanatıdır” demek lâzım gelirken, o itikat yerine,
“Bu tavus kuşundaki ruh o kadar âlîdir ki, onun sânii
onun içindedir veya o, o olmuş. Hem o ruh, vücuduyla
müttehit vücudu ise, suret-i zahiriyle mümteziç olduğun-
dan, o ruhun kemali ve o vücudun yüksekliği bu cilvele-
ri böyle gösterir; her dakika başka bir nakşı ve ayrı bir
hüsnü izhar eder. Hakikî ihtiyârıyla bir icat değil, belki
bir cilvedir, bir tezahürdür” der.
Diğer adam der ki: Bu mizanlı ve nizamlı gayet sanat-
kârâne nakışlar, kat’î bir surette bir irade ve ihtiyâr ve
kasıt ve meşieti iktiza eder. İradesiz bir cilve, ihtiyârsız bir
tezahür olamaz.
Evet tavusun mahiyeti güzel ve yüksektir. Fakat onun
mahiyeti fail olamaz belki münfaildir. Faili ile hiçbir cihetle
ittihat edemez. Ruhu güzel ve âlîdir, fakat mucit ve
mutasarrıf değil, belki ancak mazhar ve medardır.
BARLA LÂHİKASI | 427 |
lâzım:
gerek, gerekli, lüzumlu.
mahbup:
sevgili, sevilen, muhab-
bet edilen.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
malik:
sahip.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
medar:
sebep, vesile.
meşiet:
dileme, irade, istek.
meziyet:
kıymetli özellik.
mizan:
ölçü, denge.
mucit:
yaratan, yoktan var eden.
mutasarrıf:
tasarruf eden, tasar-
ruf sahibi olan, her şeyin sahibi
olan, mâlik.
mümteziç:
uyuşan, kaynaşan, ka-
rışan.
münfail:
tesir ile harekete geçen,
yapılan fiilden tesir gören.
müttehid:
birleşen, birlik olan.
nakış:
işleme, süsleme.
nakkaş:
her şeyi nakışlı yaratan
Allah.
nakş:
renkli boyalarla boyama,
renkli boyama suretiyle yapılan
resim, süs.
nakş-ı sanat:
sanat nakşı, sanat
süsü.
nizam:
düzgünlük, tertip.
perestiş:
tapma, aşırı derecede
sevme, meftunluk.
rububiyet-i mutlaka:
mutlaka
terbiye edicilik, Cenab-ı Hakk’ın
her şeyi kuşatan ve emri altında
tutan kayıtsız, şartsız terbiye edi-
ciliği.
ruh:
can.
sanatkârâne:
sanatkarca.
sâni:
sanat eseri meydana geti-
ren.
suret:
biçim, şekil, tarz.
suret-i zahiriye:
dış görünüş.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
tahavvül:
değişme, dönüşme,
başkalaşma.
tebeddül:
başkalaşma, değişme.
tefekkür:
mantık kaidelerine uy-
gun bir şekilde düşünme, fikir ge-
liştirme.
teselli:
avunma.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
vahdet-i hakikiye:
yaratanın bir
olması.
vaziyet:
durum.
zeval:
zail olma, sona erme, yok
olma.
ziynet:
süs.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
aşk:
şiddetli sevgi, sevda, gö-
nül verme.
cihet:
yön, sebep, vesile.
cilve:
tecelli, görüntü.
dakik:
ince ve derin.
ehadiyet-i zatiye:
Allah’ın za-
tına ait birlik, her şeyde Al-
lah’ın birliğinin tecellisi ve her
şeyin dizgininin Cenab-ı Hak-
kın kudret elinde oluşu.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir
eden.
gayet:
son derece.
gayp:
gizli olan, görünmeyen
şeyler ve alemler.
hakikî:
gerçek.
hârika:
olağanüstü vasıflar
taşıyan ve hayranlık hissi
uyandıran.
harikulâde:
çok güzel, mü-
kemmel.
hüsn:
ilahî güzellik.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ihtiyâr:
irade, tercih.
ihtiyârsız:
irade ve istem dışı.
iktiza:
lazım gelme, gerekme.
İrade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
itikat:
inanç, iman.
ittihat:
birleşme, birlik oluş-
turma.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kısmen:
kısmî olarak, bir kı-
sım.
kasd:
niyet, kurma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kemal:
olgunluk, mükemmel-
lik, kusursuz, tam ve eksiksiz
olma.
kudret:
yaratılış, tabiat, insan
eliyle yapılmayan şeyler.