Ebedî şahadetlerini kabul etmeyiniz. Çünkü yalancıdır-
lar. Acaba böyle kazfe cesaret eden hangi adam var ki,
gözüyle görmüş dört şahidi gösterebilir. Kur’ân-ı Hakîm
bu şartı koşturmakla, böyle şeylerde şakk-ı şefeh etmeyi-
niz, bu kapıyı kapayınız demektir.
(1)
o
án
°ûp
MÉn
Ør
dG n
™«°/
ûn
J r
¿n
G n
¿ƒ t
Ñp
o
ëj
tehdidiyle, öyleleri münafık gibi, ehl-i imanın hayat-ı içti-
maiyelerini böyle işaalar ile ifsat ediyorlar, ifade ediyor.
Ve bilhassa böyle gıybet ehl-i namus ve ehl-i haysiyet hak-
kında olsa ve bilhassa ehl-i ilim hakkında olsa ve bilhassa
akıldan hariç bir tarzda olsa. Meselâ: Namuslu bir zat ken-
di gayet yakışıklı, her cihetle mükemmel ve ailesine ke-
mal-i itimadı olduğu hâlde; hiçbir cihetle ona mukabil ge-
lemeyen ve onun hizmetkârı hükmünde ve ona nispeten
çirkince bir insan ve dünyada onların içtimaını hiçbir fıt-
rat ve vicdan kabul etmediği bir surette o bîçare ailesini o
surette gıybet etmek bu nevi gıybetin bir şeniidir. Böyle
eşne gıybetin sebebi olsa olsa, insanın dest-i ihtiyârında
olmayan bir muhabbet vasıtasıyla yine kadınların kıskanç-
lığından ve habbeyi kubbe görüp ve kendi iffetini gös-
termekle başkasını ittiham etmek nev’inden bu nevi şayi-
alar meydan alıyorlar. Bu işaadan tevbe etsinler; yoksa
kahr-ı İlâhî gelmesi kaviyyen me’muldür. Öyle iftira eden-
ler, böyle iftiraya maruz kalacakları, ceza-i amelleri olmak
ihtimalini düşünsünler.
Said Nursî
ì@í
BARLA LÂHİKASI | 431 |
ifsat:
fesada uğratma, bozma, ka-
rışıklık çıkarma.
iftira:
masuma şuç isnatı.
ihtimal:
olabilirlik.
işaa:
haber yayma, herkese du-
yurma.
ittiham:
suç altında buluınma,
töhmetli olma.
kahr-ı ilâhi:
Allah’ın cezalandır-
ması.
kaviyyen:
kesin olarak, kesinlikle,
kuvvetle, katî olarak, şüphesiz.
kazf:
namuslu kadına zina suçu
isnat etme.
kemal-i itimat:
tam güven.
kubbe:
yarım küre veya kümbe-
timsi yapılan bina damı.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve sure-
sinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
me’mul:
umulan, ümit edilen,
beklenilen.
meselâ:
misal olarak, şunun gibi,
söz gelişi, faraza.
muhabbet:
dostça konuşma, soh-
bet, yarenlik.
mukabil:
karşı, karşılık, muâdil.
münafık:
nifak sokan, iki yüzlülük
eden, ara bozucu.
nev’î:
çeşit.
nevi:
çeşit.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakk-ı şefeh:
ağız açma, konuş-
ma, dudakları açıp konuşma.
şayia:
yayılmış haber, yaygın olan
söylenti.
şehadat:
şahadetler, şahitlikler.
şenî:
ahlâk dışı, utanç verici, iğ-
renç.
tarz:
biçim, şekil.
tehdit:
korkutma, gözdağı verme.
tevbe:
Allah’tan af dileme.
vasıta:
aracı.
vicdan:
his, duygu.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bilhassa:
özellikle.
ceza-i amel:
yapılan işin
karşılığı.
cihet:
görüş, görüş açısı.
dest-i ihtiyâr:
irade eli, güç,
kudret, kuvvet eli.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ehl-i haysiyet:
şeref ve onu-
runa düşkünler.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
ehl-i namus:
namusuna düş-
kün olup koruyanlar.
eşne:
çok çirkin ve fena.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
gıybet:
arkadan çekiştirmek,
hazır olmayan birisinin aley-
hinde konuşma.
gayet:
son derece.
habbe:
tane.
hariç:
dış.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hizmetkâr:
hizmet yapan
kimse, hizmetçi.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
içtima:
toplanma, bir araya
gelme.
ifade:
ders verme.
iffet:
namus, ırz.
1.
Çirkin söz ve davranışın yayılmasından hoşlanırlar. (Nur Suresi: 19.)