Elcevap:
Çünkü, küfrün divaneliğiyle ve dalâletin sar-
hoşluğuyla ve gafletin sersemliğiyle ebedî elmasları satın
almak için verilen letaif ve istidadat-ı insaniye sermaye-
sini, fânî şişelere, soğuk buzlara veriyor. Elbette ham
cam ve camit cemet, elmas fiyatıyla alındığı için, en âlâ
cam ve en eclâ cemet alınır.
Bir vakit elmasçı zengin bir adam divane olur, çarşıya
gider, beş paralık cam parçasına beş altın verir. O zen-
gin divaneye, herkes en iyi camlarını alır ona verir. Hat-
ta çocuklar da güzel buz parçalarını ona veriyor, birer al-
tın alıyorlardı.
Hem bir vakit bir padişah sarhoş olur, çocukların içi-
ne girer, onları vükelâ ve ümera-i askeriye zanneder. Şa-
hane emir verir, çocukların hoşuna gider, iyi itaat ettik-
lerinden güzelce bir eğlence yapar.
İşte, küfür bir divaneliktir, dalâlet bir sarhoşluktur, gaf-
let bir sersemliktir ki, bâkî meta yerine fânî metaı alır. İş-
te şu sırdandır ki, ehl-i dalâletin hissiyatları şiddetlidir.
İnadı, hırsı, hasedi gibi her şeyi şedittir. Bir dakika me-
raka değmeyen bir şeye bir sene inat eder.
Evet, küfrün divaneliğiyle, dalâletin sekriyle, gafletin
şaşkınlığıyla, fıtraten ebedî ve ebed müşterisi olan bir lâ-
tife-i insaniye sukut eder; ebedî şeyler yerine fânî şeyler
alır, yüksek fiyat verir. Fakat mü’minde dahi bir maraz-ı
asabî bulunuyor veya maraz-ı kalbî var. O dahi ehl-i da-
lâlet gibi, ehemmiyetsiz şeylere ziyade ehemmiyet verir.
Lâkin çabuk kusurunu anlar, istiğfar eder, ısrar etmez.
(1)
Én
`fr
Én
£r
Nn
G r
hn
G BÉ`n
æ«°/
ùn
f r
¿p
G BÉn
`fr
òp
NGn
D
ƒo
J n
’Én
æ s
`Hn
Q
ala:
yüce, yüksek, büyük.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalı-
cı olan.
camit:
ruhsuz, cansız madde.
cemed:
buz, kar.
dalâlet:
iman ve İslamiyetten ay-
rılmak, azmak.
divane:
deli, aklı başında olma-
yan.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
eclâ:
pek aşikâr, pek belli, pek
parlak.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimseler.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılıştan,
yaratılış itibariyle.
fânî:
muvakkat, geçici.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp
nefsinin arzularına dalmak.
haset:
kıskançlık, kıskanma,
çekemezlik.
hissiyat:
hisler, duygular.
istidad-ı insaniye:
insanın ya-
ratılışında var olan kabiliyet.
istiğfar:
tevbe etme, Allah’tan
günahlarının bağışlanmasını
isteme.
itaat:
söz dinleme, boyun eğ-
me, emre uygun hareket et-
me.
kalbî:
kalble ilgili, kalbe ait.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
letaif:
manevî duygular.
maraz-ı asabî:
sinirsel hasta-
lık.
maraz-ı kalbî:
kalbe ait has-
talık, kalbdeki hastalık, kalbin
hastalığı.
meta:
mal, servet; geçici dün-
ya zevki.
mü’min:
iman eden, inanan.
sır:
gizli hakikat.
sekir:
sarhoşluk.
sermaye:
varlık, servet.
sükût:
değerden düşme, de-
ğerini yitirme.
şahane:
mükemmel, muhte-
şem.
şedit:
şiddetli, sert, katı.
ümera-i askeriye:
askerî
âmirler, komutanlar.
vükelâ:
vekiller.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Ey Rabbimiz! Unutursak veya hata yaparsak bizi hesaba çekme. (Bakara Suresi: 286.)
| 438 | BARLA LÂHİKASI