ziyade muhtaçtır. Orada Eğirdir’de, lillâhilhamd, imana
çok hizmet ettin. Eğirdir’den ziyade başka yerler belki da-
ha muhtaçtır.
Sani yen:
Sorduğun birinci suale senin kalbini tevkil
ediyorum. Nasıl fetva verirse, ben de öyle razıyım. Mera-
tib-i dünya nokta-i nazarımda pek ehemmiyetsiz olmakla
beraber, senin gibi mertebesini hizmet-i Kur’ân’a medar
edenler için, minnet altına ve zillete girmemek şartıyla
hoş görüyorum.
İkinci sualin ise, peder ve validenin arzuları pek mü-
himdir. Kur’ân-ı Hakîm bir ayet-i kerîmede, beş tarzda
onlara karşı şefkat ve hürmeti emreder. Eğer sühuletle
arzuları yerine gelmek kabilse yaparsınız.
Sa l i sen:
Aziz kardeşlerim, bahar ve yazın meşgalele-
ri, hem gecelerin kısalması, hem Şuhur-i Selâsenin git-
mesi ekser kardeşlerimin bir derece hisse alması ve daha
sair bazı esbabın bulunması elbette bir derece neşeli kış
dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur size fütur
vermesin. Çünkü o dersler ulûm-i imaniyeden olduğu için,
bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bahusus
siz daima bir-iki hakikî kardeşi de bulursunuz.
Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı
Hakkın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-ı imaniye-
nin istimaından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşı-
nız ve müstemileriniz çoktur.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
asar-ı sanat:
Sanat eserleri.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bahusus:
hususiyetle, en çok, he-
le.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan, şeref
ve azamet sahibi yüce Allah.
defa:
kere, kez, yol.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
ekser:
pek çok.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fetva:
İslam’da bir mesele hak-
kında dinî meselelere tam vâkıf
yetkili kimseler tarafından verilen
şer’i hüküm.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, usanç.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakikî:
gerçek.
hisse:
pay, nasip.
hizmet:
uğraşma, çalışma.
hizmet-i Kur’ân:
Kur’ân hizmeti.
hürmet:
saygı.
ilim:
bilgi, marifet.
iman:
inanç, itikat.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
istima:
dinleme, kulak verme,
işitme.
kabil:
mümkün, ihtimal dairesin-
de.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
lillâhilhamd:
Allah’a hamdolsun
ki!.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
medar:
dayanak noktası, se-
bep, vesile.
meratib-i dünya:
dünya ma-
kamları.
mertebe:
derece.
meşgale:
iş, uğraş, meşgul
olunan şey.
minnet:
bir iyilik karşısında
kendini manevî olarak borçlu
hissetme, yük altında kalma.
muhtaç:
gerek duyan.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
müstemi:
dinleyen, dinleyici,
işiten.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe
de kötülüğe de meyli olan
duygu.
nokta-i nazar:
görüş açısı,
bakış açısı; görüş, fikir.
peder:
baba.
razı:
hoşnut olma, kabul et-
me.
sâir:
diğer, başka, öteki.
salisen:
üçüncü olarak.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
saniyen:
ikinci olarak.
selâm:
barış, rahatlık, sela-
met ve esenlik dileme.
sual:
soru.
sühulet:
kolaylık.
şart:
koşul.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
Şuhur-i Selâse:
Üç Aylar; re-
cep, şaban ve ramazan.
tarz:
biçim, şekil.
tevkil:
vekil etme, edilme.
ulûm-i imaniye:
iman ilimi.
valide:
ana, anne.
zillet:
hor ve hakir görülme,
alçalma.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
| 418 | BARLA LÂHİKASI