edilmesine işarettir.
(1)
Én
¡p
JGn
òp
H r
âs
?`n
?n
à°r
Sp
G
demesi; beka-i ruh
ispatında denildiği gibi, ceset ruha dayanır, ayakta kalır.
Ruh ise bizatihî kaimdir. Ceset harap olursa daha ziyade
serbest olur, melek gibi göğe uçar, demektir ve batıl bir
mezhebin reddine işarettir.
[Hususî kısmı]
Haşre dair, Sure-i Rum’da
... /
¬p
JÉn
`j'
G r
øp
en
h .../
¬p
JÉn
`j'
G r
øp
en
h
(2)
... /
¬p
JÉn
`j'
G r
øp
en
h
haşrin, ayrı ayrı çok kuvvetli bürhanlarını
mu’cizâne beyan eden o ayetlerin ilhamı ile, o ayetlere
bir tefsir yazmak niyetinde olduğum vakitte, bu suallerin
sorulması, lâtif bir tevafuktur.
(3)
r
ºo
gn
On
’r
hn
Gn
h r
º o
¡n
LGn
hr
Rn
Gn
h
fık-
rasını dua ve münacatımda ilâve ettiğim dakikada hatırı-
ma geldiniz. Bu nevi duada dahi birinciliği kazandınız.
Kalben, kalemen, bilfiil alâkadar olmak şartıyla, yirmi dört
saatte yüz defa, tasavvurca beş yüz defa, manevî kazanç
ve duamda hissedar olmaya müstahak olmanızı arzu etti-
ğim bir vakitte bu sualleriniz, beni sizin hesabınıza çok
mesrur etti ve bir beşaret oldu.
Said Nursî
ì®í
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münase-
betli, bağlı.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
batıl:
dinde yeri olmayan, dinî
hükümlere zıt.
beka-i ruh:
ruhun ebedîliği, son-
suzluğu, ölümsüzlüğü.
beşaret:
müjde.
beyan:
anlatma, açıklama.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması ile,
kendi yaparak.
bizatihi:
kendiliğinden, kendisi,
kendinden.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
ceset:
vücut, beden.
dair:
alakalı, ilgili.
defa:
kat, misli.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
fıkra:
parça, mektup, bölüm.
harâp:
yıkık, viran, eskime, yıp-
ranma, bozulma, v.b. sebeplerle
yıkılmış olan.
haşr:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere çı-
karması.
hissedar:
hisse sâhibi, hissesi
olan.
hususî:
özel.
icat:
vücuda getirme, getirilme,
yoktan var etme, ibda.
ilham:
içe, gönüle doğma, kalbe
gelme, gönle doğan şey.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
kâim:
ayakta duran, var olan.
Kalben:
kalb ile, kalbden; içten
ve samimî olarak.
kalemen:
yazı ile, kalem ile yaza-
rak.
lâtif:
hoş.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mesrur:
sevinçli, memnun.
mezhep:
bir dinin bazı nokta-
larda görüş farkları bulunan
kollarından her biri.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekil-
de.
münacat:
Allah’a dua etme,
yalvarma, Onun manevî hu-
zurunda tazarru ve niyazda
bulunma.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
nevi:
tür, çeşit.
niyet:
maksat, meram.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
sual:
soru.
şart:
koşul.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şe-
killendirme, düşünme.
tefsîr:
Yorum, şerh.
tevafuk:
uyma, uygun gel-
me, uygunluk, rastlamak,
münasebet, birbirine denk
gelme.
vasıta:
aracı.
ziyade:
fazlasıyla.
1.
Bizzat müstakildir.
2
. Onun ayetlerindendir, Onun ayetlerindendir, Onun ayetlerindendir.
3.
Eşleri ve evlatları.
| 416 | BARLA LÂHİKASI