Sözler
hakkında hüsn-i şahadetiniz, bana büyük bir te-
selli verdi. Vazifemin bitmediğine dair bürhanlarınız ga-
yet kuvvetlidirler, lâkin ben gayet kuvvetsizim. Fakat Ce-
nab-ı Hakka tevekkül edip, o bürhanlara serfüru ediyo-
rum.
Cemaate
Sözler
i okumak zamanında, sendeki hissi-
yat-ı âliye ve fazla inkişaf ve fedakârâne hamiyet-i diniye
galeyanının sırrı şudur ki:
Velâyet-i kübra olan veraset-i nübüvvetteki makam-ı
tebliğin envarı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı
Kur’ân Said’in vekili belki manen aynı hükmüne geçtiğin
içindir.
Gurbet mektubuyla kamer ve zemin ve seyyarata dair
mektubuma cevap verilmemesinin sebebi şu olmak ge-
rektir ki; Gurbet Mektubu, bütün dünyayı unutmak hissi
ile yazılmıştır. Sen dünyayı unutmak değil, belki vazife iti-
barıyla en sathî maddiyatla zihnin meşbu olduğu bir za-
manda, herhâlde o gurbetteki zevki bulamadın. Ve o
mektubun tam derecesini, muvakkaten perde çekilmiş
olan parlak zekâvetin kavrayamadı ki, cevap yazamadı.
Öteki mektup, çok yüksek ve çok geniş hakaika işaret
ettiği ve hadsiz âlem-i ulviyenin ve nihayetsiz âlem-i ma-
neviyenin bir nevi haritasına işaret ettiği için safî, meşga-
lesiz, arzî ve arzlılardan sıyrılıp yukarıya çıkan bir akıl lâ-
zım idi. Hâlbuki benim gayretli kardeşim, o vakit zeminin
haritasını alacak bir vazife ile meşgul olduğundandır ki,
âlem-i manevî:
maneviyata ait
âlem, maneviyat âlemi.
âlem-i ulviye:
yüce âlem.
arz:
yer, dünya.
arzî:
dünyaya ait, dünya ile ilgili.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cemaat:
topluluk.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan, şeref
ve azamet sahibi yüce Allah.
dair:
alakalı, ilgili.
dellâl-ı Kur’ân:
Kur’ân’ı ilân eden,
tanıtan, hizmet eden.
envar:
nurlar, aydınlıklar, ışıklar.
fedakârane:
fedakârca, fedakâr-
lıkla.
galeyan:
coşma, çalkalanma,
kaynama.
gayet:
son derece.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hamiyet-i diniye:
dini korumak
ve yüceltmek maksadıyla çalış-
ma.
hissiyat-ı âliye:
yüce duygular.
hükmüne:
yerine, değerine.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma, gö-
rülme, açığa çıkma, meydana çık-
ma.
kamer:
Ay.
maddiyat:
para, mal, zevk vb.
ile ilgili şeyler.
makam-ı tebliğ:
tebliğ etme ,
duyurma makamı.
manen:
mana bakımından,
manaca.
meşbu:
ağzına kadar dolu,
dolu.
meşgale:
iş, uğraş, meşgul
olunan şey.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgi-
lenen.
muvakkaten:
geçici olarak.
nevi:
çeşit.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
sır:
gizlenen gerçek, saklanan
bilgi.
sâfî:
halis, temiz.
sathî:
yüzeysel.
serfüru:
baş eğme, söz dinle-
me, itaat.
seyyarat:
gezegenler.
teselli:
avunma.
tevekkül:
bir işi gerçekleş-
mesi için gereken çalışmayı
ve çabayı gösterip sebeplere
başvurduktan sonra işi Al-
lah’a bırakma.
vazife:
görev.
vekil:
yardımcı, yerine bakan.
velâyet-i kübra:
en büyük
velilik, Cenab-ı Hakk’ın insana
yakın olmasına bakan ve
peygamber varisi olmaktan
gelen gayet kısa ve yüksek
tarikat berzahına uğramadan
zahirden hakikate geçen veli-
lik mesleği.
veraset-i nübüvvet:
Pey-
gamber vârisliği, Peygamberi-
mizin vârisi durumunda olan,
büyük âlim ve velîlerin yolu.
zekâvet:
zekilik; çabuk anla-
ma, kavrama kabiliyeti.
zemin:
yeryüzü.
| 408 | BARLA LÂHİKASI