o ulvî ve pek keskin zekâvetin o mektuba karşı sükûtu il-
tizam etmeye mecbur olmuş.
Said Nursî
ì®í
Œ
212
œ
s
øp
¡«/
a r
øn
en
h ¢o
Vr
Qn
’r
Gn
h o
™r
Ñ°s
ùdG o
äGn
ƒ'
ª°s
ùdG o
¬n
d o
í`u
Ñ°n
ùo
J { r
øn
e /
¬p
ª°r
SÉp
H
(1)
z /
?p
ór
ªn
ë
p
H
o
í`u
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(2)
p
¥Gn
ôp
Ør
dG p
?És
`jn
G p
?p
FÉn
bn
O p
äGn
ôp
°TÉn
Y p
On
ón
©p
H o
¬o
JÉn
cn
ôn
Hn
h$G o
án
ªr
Mn
Qn
h o
?n
Ó°s
ùdn
G
Aziz, Sıddık, Vefadar, Hakikatli, Fedakâr
Kardeşlerim Nuh Bey, Molla Abdülmecid,
Molla Hamid!
Çok mübarek hediyenizi açtık gördük ki, Van hediyesi
değil, belki Medine-i Münevvere ve Ravza-i Şerifenin mü-
barek kerametli hediyesidir. Hem fiyatı, üstünde yazıldı-
ğı gibi yirmi beş lira değil, yirmi beş bin liradan fazla ma-
nen kıymetlidir. O mübarek hediyeyi Medine-i Münevve-
re namına, bu havalideki Kur’ân-ı Hakîm’in hizmetinde
halis hizmetkârlarına ve benim arkadaşlarıma tevzi etmek
için, alerre’si velayn, kabul ettik. Fakat bu manevî hedi-
yenin ehemmiyetli bir sırrı bulunduğu bana ihtar edildi.
Yani Cenab-ı Hakka yüz bin şükür ediyorum ki, Kur’ân’a
ve Zat-ı Risalete hizmetimizin bir alâmet-i makbuliyeti
nev’inden olarak, bir iltifat-ı Nebevîyi hissettim.
BARLA LÂHİKASI | 409 |
kıymet:
değer.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
Medine-i Münevvere:
Nurlu Me-
dine şehri.
mübarek:
feyizli, bereketli.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
nam:
adına, yerine.
nev:
çeşit, tür.
Ravza-i Şerife:
Peygamber Efen-
dimizin (
ASM
) kabrinin bulunduğu
mübarek ve müşerref bahçe, sa-
ha.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
sır:
gizlenen gerçek, saklanan bil-
gi.
sükût:
susma, sessiz kalma.
şükür:
teşekkür.
tevzi:
dağıtma, dağıtılma.
ulvî:
yüksek, yüce; manevî, ruha-
nî.
vefadar:
sözünde ve dostlulu-
ğunda devamlı olan, vefalı dost.
Zat-ı Risalet:
peygamberlik ma-
kamında bulunan zat.
zekâvet:
zekilik; çabuk anlama,
kavrama kabiliyeti.
alâmet-i makbuliyet:
kabul
olunduğunu belirtilen işaret,
nişan v.b.
alerre’si velayn:
baş ve göz
üstüne.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın tâ kendisi
olan, şeref ve azamet sahibi
yüce Allah.
ehemmiyetli:
önemli.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, fe-
da eden.
hakikat:
gerçek, doğru.
halis:
saf, samimî.
havali:
etraf, çevre, civar, yö-
re, dolay.
hizmet:
görev, vazife.
hizmetkâr:
hizmet yapan
kimse, hizmetçi.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iltifat-ı nebevî:
peygamberi-
mizin iltifatı, ihsanı.
iltizam:
birinin tarafını tutma,
tarafgirlik.
1.
O Zatın adıyla ki, “Yedi gökler, yer ve içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki, Onu
övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)”
2.
Ayrılık günlerinin dakikalarının aşireleri sayısınca Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı sizin
üzerinize olsun.