Öyleyse sair nevilerin dahi risalelerin nevilerine işaret
eder diye, dikkat ettim ki, yedi nevi hurma gönderilmiş.
Bir parçası büyükçe, Otuz Üç tane kadar. “Fesübhanal-
lah!” dedim. “Yedi nevi göndermekte ne mana var?” Bir-
den kalbime geldi ki: İman-ı billâha dair yedi nevi ile ay-
nı hakikat yazılmış. Van’a gönderilmiş. Dikkat ettim, evet
mevzu vahdaniyet-i İlâhiye olduğu hâlde, Yirminci Mek-
tupla, sureti küçük manası pek büyük zeyliyle ve Yirmi
İkinci Söz, her biri birer risale Birinci Makam, İkinci Ma-
kamı ve Otuz İkinci Söz Üçüncü Mevkıfı ile evvelki iki
mevkıf her biri birer risale hükmünde ve Otuz Üçüncü
Mektup, Otuz Üç Pencere ile yedi risaledir. O da aynen
yedi nevi envar-ı marifetullahtan bir şems-i hakikatin zi-
yasındaki elvan-ı seb’a gibi, bir mahiyet gösterdiğinden,
Medine-i Münevvere’nin hediyesi içinde hakikat-i hurma-
dan yedi nevi Nuh Bey’in eline verilip buraya kadar gön-
derilmesi, o yedi Nura tevafukla, bir makbuliyet işareti ve-
riyor dedik, Allah’a şükrettik.
Hem o neviden birisi otuz üç tane olması, o risalelerin
birisi Otuz Üç Pencere olması ve hediye içindeki tesbih
üç defa otuz üç olması, Otuz Üçüncü Sözün Otuz Üçün-
cü Mektubundan Otuz Üç Penceresine muvafakati; Nuh’u
ihtiyârsız, sırf bir vasıta-i zahirî olarak bize gösterdi. Nuh’a
değil, belki Ravza-i Mutahhara’ya karşı minnettarâne,
müteşekkirâne baktık.
Sonra o mübarek mâ-i zemzem, büyükçe bir şişe ve
parlak nuranî bir surette içinden çıkması. Dedik ki: Ma-
dem o levha-i mübarek Mu’cizat-ı Ahmediyeye, o yedi
BARLA LÂHİKASI | 413 |
kutlu.
müteşekkirâne:
müteşekkir ola-
rak, teşekkür edercesine.
nev:
tür, çeşit.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
Ravza-i Mutahhara:
Peygamber
Efendimizin (
ASM
) Medine’deki
mübarek kabr-i şerifleri.
risale:
Risâle-i Nur Külliyatını
meydana getiren kitaplardaki her
bir bağımsız bölüm.
sâir:
diğer, başka, öteki.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şems-i hakikat:
hakikat güneşi,
gerçeğin parlaklığı.
şükür:
teşekkür.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tutma,
Cenab-ı Hakk’ı şanına layık ifade-
lerle anma.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
vahdaniyet-i İlâhiye:
İlâhî birlik,
Allah’ın bir, tek olması.
vasıta-i zahirî:
görünüşteki se-
bep.
zeyl:
ek, ilâve.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
dair:
alakalı, ilgili.
defa:
kere, kez, yol.
elvan-ı seb’a:
yedi renk.
envar-ı marifetullah:
Allah’ı
bilmenin marifet nurları, bilgi
ışıkları, bilim parıltıları.
evvel:
önce.
fesübhanallah:
Allah’ı her
türlü kusur, ayıp ve eksikler-
den tenzih ederim” manasın-
dadır. Şaşkınlığı anlatmak için
kullanılır.
hakikat:
gerçek, doğru.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihtiyârsız:
irade ve istem dışı.
iman-ı billâh:
Allah’a inanma,
Allah’ı, onun kâinatta tecelli
eden bütün sıfat ve isimleriy-
le beraber kabul ederek Ona
inanma.
levha-i mübarek:
mübarek
levha.
madem:
değil mi ki.
mahiyet:
nitelik, tabiat, iç
yüz, esas.
mâ-i zemzem:
Zemzem su-
yu.
Makam:
yer, mevki.
makbuliyet:
makbullük, be-
ğenilmişlik, geçerlilik.
mana:
anlam.
Medine-i Münevvere:
Nurlu
Medine şehri.
mevkıf:
durak.
mevzu:
konu.
minnettarane:
minnetli ola-
rak, minnet duyarak, minnet-
le.
Mu’cizat-ı Ahmediye:
R.N.da
Peygamberimiz mucizelerinin
anlatıldığı eser.
muvafakat:
müsaade etme,
kabul etme.
mübarek:
feyizli, bereketli,