dahi o hastalığa bir hiffet verdi. Şu hastalığın sırrı,
insanlardan istiğnaya dair sana yazdığım mektubun kera-
metidir. Çünkü o mektubu bir gün iki-üç zata, onların
hediyelerinin adem-i kabulüne medar olmak için oku-
dum. Aynı günde o zatın hanesine gittim. Az bir yemek
getirdi, arkadaşlarımın hatırları için bir parça yedim. Hiç
hatırıma gelmedi ki, o günde o hakikatli mektubu o
yemek sahibine okudum, şimdi muhalefet ediyorum.
Yemekten sonra hatırıma geldi. Fakat, hediye kabul
edemiyorum, belki yemek yenilir tahmin ettim. Fakat,
(1)
n
¿ƒo
?n
©r
Øn
j n
’ Én
e n
¿ƒo
dƒo
?n
j
altına girdiğimden öyle bir şiddetli
tokat yedim ki, bu dört senede böyle hastalık görmemiş-
tim. Fakat Cenab-ı Hakka şükrettim ki, bir-iki senedir
bazı emareler ve hâdiselerle zannettiğim bir hakikat, bu
tokat ile gayet kat’iyetle göründü.
Şeyh Mustafa’ya benim tarafımdan geçmiş olsun de ve
şu hikâyeyi ona söyle:
Eskide iki ciddî ahiret kardeşleri var imiş. Biri hasta dü-
şer. Ötekisi ziyaretine gitti. Dua eder, hasta iyi olmaz. Öy-
le ise sen kalk, ben yatacağım demiş. Hasta kalkmış,
onun yerine, hasta olarak yatmış. Her ne ise... Demek
Şeyh Mustafa ile kardeşliğimiz ciddîleşmiş ki, ben hasta-
lığına dua ettim, kabul olmadı. Fakat birkaç gün devamı
mukadder olan hastalığının bir parçası bana verildi. İnşa-
allah ona bir parça hiffet gelmiştir.
BARLA LÂHİKASI | 407 |
sual:
soru.
sünnet:
farz ibadetler dışında, Hz.
Muhammed’in (
ASM
) yapmayı
âdet edindiği ibadetler.
şükür:
teşekkür.
zat:
kişi, şahıs.
adem-i kabul:
kabul etme-
me.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın tâ kendisi
olan, şeref ve azamet sahibi
yüce Allah.
ciddî:
gerçek, hakikat.
dair:
alakalı, ilgili.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
efdaliyet:
efdallik, faziletlilik,
faziletçe üstünlük.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
gayet:
son derece.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
hane:
ev, mesken.
haşiye:
dipnot.
hiffet:
hafiflik.
inşaallah:
Allah izin verirse.
istiğna:
aza kanaat etme,
olanla yetinme, gönül toklu-
ğu, tok gözlülük.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
keramet:
ermişçesine yapı-
lan iş, hareket veya söylenen
söz, fikir.
medar:
sebep, vesile.
muhalefet:
uygun olmama,
aykırılık, zıtlık, ayrılık, muha-
liflik.
mukadder:
takdir edilmiş.
sır:
gizlenen gerçek, saklanan
bilgi.
1.
Yaşamadıkları şeyleri söylerler. (Şuara Suresi: 226.)