İman-ı tahkikîyi taşıyan bir mü’min, çok mü’minlere bir
nokta-i istinat olur ki; şuursuz olarak avam-ı mü’minîn o
iman-ı tahkikî sahibinin kuvvet-i imanına istinat ederek
kuvve-i maneviyeleri kırılmaz, dalâletlere karşı dayanırlar.
İşte şöyle bir derste bulunduğunuz için Cenab-ı Hakka
yüz binler şükür etmelisiniz. Ben de Cenab-ı Hakka yüz
binler şükür ediyorum ki, o kuvvetli omuzlarınız yüküm
altına girdiği için zayıf omuzum ağırlıktan kurtulup ruhum
rahat etti. İstirahat bulan ruhum size takdirkârâne ve min-
nettarâne bakıyor. Ve mes’uliyetten kurtulan kalbim de
muvaffakıyetinize dua ediyor. Ve icra-i vazife için çok dü-
şünmekten kurtulan aklım da sizi tebrik ediyor. Ben şu
vazife-i kudsiyede bilmeyerek istihdam olunurdum. Siz bi-
lerek hizmet ediyorsunuz, bahtiyarsınız. İnşaallah niyet-i
hâliseniz, benim müşevveş niyetimi dahi tashih edecek-
tir. Şimdi başka bir kaç noktayı size beyan ediyorum.
Evve l â :
Yazdığım bazı şeylere dair fikrinizi soruyor-
dum. Maksadım, “gördüğüm hakikat acaba hakikat mı-
dır?” diye sormuyorum. Belki, “Hakikate açılan yol, aca-
ba umuma yol olabilir mi?” diye soruyorum. Çünkü umu-
mun telâkkisini sizin kadar bilmiyorum.
Sani yen:
Misafir Müftüye ve Şeyh Mustafa’ya size
gönderilen mektubun birer suretini verdiğin için iyi etti-
niz. Hatta bana da bir suret gönderiniz. Hem bira-
derzadem olan o müftünün oğluna deyiniz ki, benim
avam-ı mü’minîn:
mü’minlerin
geniş halk tabakası, avam olanla-
rı.
bahtiyar:
bahtlı, talihli, mutlu.
beyan:
anlatma, açıklama.
biraderzade:
kardeş çocuğu, ye-
ğen.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan, şeref
ve azamet sahibi yüce Allah.
dair:
alakalı, ilgili.
dalâlet:
azgınlık, sapıklık.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
evvelâ:
öncelikle.
hakikat:
gerçek, doğru.
hizmet:
görev yapma, vazife al-
ma.
icra-i vazife:
görevin yerine geti-
rilmesi.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman,
imana dair bütün meseleleri
inceleyip delil ve bürhan ile
inanma.
inşaallah:
Allah izin verirse.
istihdam:
bir hizmette kul-
lanma, çalıştırma.
istinat:
dayanma, güvenme.
istirahat:
dinlenme, rahatla-
ma.
kuvve-i manevîye:
manevî
güç, moral.
kuvvet-i iman:
iman kuvveti.
mes’uliyet:
mes’ul olma hali,
sorumluluk.
minnettarâne:
minnetli ola-
rak, minnet duyarak, minnet-
le.
muvaffakıyet:
başarı.
mü’min:
iman eden, inanan.
müftü:
İl ve ilçelerde din işle-
rine bakan ve dinî meseleler-
le ilgilenen görevli kimse.
müşevveş:
teşevvüşe uğra-
mış, düzensiz, karmakarışık.
niyet:
maksat, meram.
niyet-i halise:
samimi niyet.
nokta-i istinat:
dayanak
noktası, güvenme ve itimat
noktası.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
saniyen:
ikinci olarak.
suret:
nüsha, kopya.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
şükür:
teşekkür.
takdirkârâne:
takdir edene
yakışır şekilde, takdir ederek.
tashih:
düzeltme, yanlışını gi-
derme.
telâkki:
anlama, anlayış.
umum:
bütün, herkes.
vazife-i kudsiye:
mukaddes
vazife, kutsal vazife.
zaif:
zayıf.
| 404 | BARLA LÂHİKASI