Œ
205
œ
Serâser nur olan umum
Sözler
’in hakikatini beyanda-
ki âlî, galî, el yetişmez makam-ı mana-i mefhumunu, de-
ğil şimdi zamanın zındıkları, tâ eski inatçı ve bunlara mü-
şabeheti olan Firavunlar, Nemrutlar anlasalardı, iman
ederlerdi, dedim ve size çok dua ettim.
Ali
ì®í
Œ
206
œ
[Hulûsî Bey’in fıkrası.]
Yirmi Beşinci Söz, i’caz-ı Kur’ân’ı çok parlak bir tarz-
da ispat eden, ehl-i Kur’ân’a mesnet, melce ve mahzen-i
esrar; ve güruh-i isyan ve tuğyan ve küfrana bütün leva-
zımat-ı harbiyeyi cami, muhlik bir silâhhane; yıkılmaz,
aşılmaz, geçilmez bir sur; burç ve borusu muhkem, ma-
huf ve müthiş bir kal’a-i polat ve bedendir. Hakikat böy-
le olmakla beraber Kur’ânî sûra dayanan, Kur’ânî kaleye
iltica eden çok acip ve harika Kur’ânî esrarın tetkikine
koyulan, Kur’ân’ı kendilerine delil-i şefî, imam, refik, mu-
hafız bilen hadimü’l-Kur’ân namına esrar-ı Kur’ân’a ina-
yet-i Hakla, muttali hakaik-ı Kur’ân’a lütf-i Hak’la aşina,
rumuzat-ı Kur’ân’a avn-i Hak’la vâkıf, müdakkik, muar-
rif, mübeşşir Üstadımdan şunu öğrenmek istiyor ve bunu
kalben cidden çok arzu ediyorum.
Hulûsî
ì®í
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
aşina:
bilinen, tanınan.
avn-i Hak:
Hakkın, Allah’ın yardı-
mı.
bâru:
kale duvarı, sur.
beyan:
anlatma, açıklama.
burç:
kule.
cami:
cem eden, toplayan, içine
alan.
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
delil-i şefî:
affedilme, bağışlama
kılavuzu rehberi.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i Kur’ân:
Kur’ân ehli, Kur’ân’a
inanıp ona uyanlar.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
esrar-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın sırları,
Kur’ân’a ait gizlilikler.
fıkra:
parça, mektup, bölüm.
Firavun:
Hz. Musa’nın (a.s.) müca-
dele ettiği Mısır hükümdarı.
galî:
değerinden çok pahalı olan
(şey.
güruh-i isyan:
isyan edenler top-
luluğu.
hâdimü’l-Kur’ân:
Kur’ân hizmet-
kârı, Kur’ân’a hizmet eden.
hakaik-i Kur’ân:
Kur’ân’ın esasla-
rı, gerçekleri.
hakikat:
gerçek, doğru.
hârika:
olağanüstü.
i’caz-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın mu’cizeli-
ği.
iltica:
sığınma, güvenme, dayan-
ma.
imam:
namazda kendisine uyu-
lan, Müslüman cemaate namaz
kıldıran kişi.
iman:
inanç, itikat.
inayet-i Hak:
her şeyin en doğru-
sunu yapan Cenab-ı Hakk’ın ko-
ruması, yardımı.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
kal’a:
büyük hisar.
kal’a-i polat:
demir gibi sağlam
kale.
kalben:
kalb ile, kalbden; içten ve
samimî olarak.
Kur’ânî:
Kur’an’a ait, Kur’an’dan
gelen.
küfran:
iyilik bilmeme, görülen
iyiliği unutma, nankörlük.
levazımat-ı harbiye:
harb, savaş
için lâzım olan şeyler, levazımlar.
lütf-i Hak:
Allah’ın lütfetmesi.
mahuf:
korkunç, korkulu (yer.
mahzen-i esrar:
sırların mahzeni,
sırların saklı bulunduğu yer.
makam-ı mana-i mefhum:
kavramlardaki anlama maka-
mı.
melce:
sığınılacak yer.
mesnet:
dayanılacak şey, da-
yanak, dayanılan.
muarrif:
tarif eden, etrafıyla
anlatan, bildiren.
muhâfız:
koruyucu, bekçi.
muhkem:
sağlam, dayanıklı.
muttali:
bir işten haberi olan,
bilgili, haberdar.
mübeşşir:
müjdeleyen, müj-
deci, iyi haber vererek sevin-
diren.
müdakkik:
tetkik eden, ince-
den inceye araştıran.
mühlik:
tehlikeli.
müşabehet:
benzeme, ben-
zeyiş, andırma.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nam:
adına, yerine.
Nemrut:
Hz. İbrahim’i ateşe
attıran kâfir hükümdar.
refik:
arkadaş, yoldaş.
rumuzat-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın
remizleri, işaretleri.
Serâser:
baştan başa, tama-
mıyla, bütünüyle, büsbütün.
sur:
kale, hisar.
tarz:
biçim, şekil.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme.
tuğyan:
azma, azgınlık, hid-
detlenme.
umum:
bütün, herkes.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vâkıf:
blgilenme, bilme.
zındık:
Allah’a ve ahirete
inanmayan, Allah’ı inkâr
eden, imansız, münkir.
| 396 | BARLA LÂHİKASI