tohumu yüzünden, her gün biraz daha tevhidi bırakanla-
rı, bir kıbleye bağlamak için,
Sözler
ve
Mektubat
namın-
daki Nurlu eserlerle ehl-i imanı irşada çalışıyor. Küffara,
hatta cin ve şeytanlara dahi, mebde-i nüzulündeki gibi,
nusus-i Kur’âniyeyi ilân ediyor. Mahfî i’cazı izhar ediyor.
Vahdetülvücuda dair olan risaleyi mühim zatlara oku-
duktan sonra, bir sevk-i manevî ile ihtiyârsız bir yere da-
ha gittim. Orada vahdetülvücut-meşrep sahibi âlim bir
zatı hazır buldum.
(HAŞİYE)
Vahdetülvücut hakkındaki mek-
tubu okudum. Daha doğrusu ihtiyârsız olarak okudum.
Müstemi olan o mühim âlim, bidayette cüz’î itiraz par-
mağını uzatmak istedi. Sonuna kadar dinlemesini ihtar
ettim. Tamamen okuduktan sonra, o zat hayretinden
Sözler
’in büyüklüğünü ve “Bu zamanda böyle büyük ke-
lâmı acaba kim yazabilir?” diye, merakı ve suali üzerine,
Kur’ân’ın feyzine mazhar olan Üstadımızı haber verince,
o zat tamamıyla arz-ı teslimiyet eyledi.
İşte, ihtiyârım olmayarak bu acip tesadüf ve teslimiyet-
te, kader-i İlâhînin bu cilvesi, davamıza sadık bir bürhan
ve tesadüf oyuncağı olmadığmıza büyük bir delildir.
Hulûsî-i Sâni
ì®í
HAŞİYE:
Elazizli Hacı Şevket Hoca.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âdeta:
sanki.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
arz-ı teslimiyet:
ikna olma, tes-
lim olma.
bidayet:
başlangıç.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cilve:
tecelli, görüntü.
cin:
gözle görünmez, lâtif cisim-
lerden ibaret bir yaratık.
cüz’î:
az bir parça.
dair:
alakalı, ilgili.
dava:
takip edilen fikir, iddia, ül-
kü.
defa:
kere, kez, yol.
delil:
kanıt, tanık, burhan.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
feyz:
ilim, irfan.
haber:
bilgi, bilgilendirme.
haşiye:
dipnot.
hâzır:
mevcut, amade.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vuku-
undan önce hissetme, bir hadise-
nin gerçekleşmesinden önce kal-
be doğması.
i’caz:
mucizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şe-
yi yapmak.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlatma,
uyarı.
ihtiyâr:
irade, tercih.
ihtiyârsız:
irade ve istem dışı.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırma.
itiraz:
direnme, karşı koyma.
ittiba-ı sünnet:
Peygamberimiz
(a.s.m) sünnetine uyma.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kıble:
namaza başlarken yöneli-
nen taraf; Kâbe-i Muazzama’nın
bulunduğu Mekke-i Mükerreme.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, Allah’ın
kader kanunu.
kelâm:
söz, konuşma.
küffar:
kâfirler, hak dini, İslâmi-
yeti inkâr edenler.
mahfî:
Gizli, saklı.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
merak:
bir şeyi öğrenmek iste-
mek, çok şiddetli arzu, heves,
düşkünlük.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı,
tavır, tutum, meslek.
mevzu:
konu.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
müstemi:
dinleyen, dinleyici,
işiten.
nam:
ad, isim.
nusus-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hükümleri.
risale:
Risale-i Nur Külliyatını
meydana getiren kitaplardaki
her bir bağımsız bölüm.
sadık:
doğru, gerçek; sözün-
de, vaadinde, işinde doğru
olan.
sarih:
açık, âşikar.
sevk-i manevî:
mana ilgili
yönlendirme.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
talep:
isteme, dileme.
tekerrür:
tekrarlanma.
tesadüf:
rastlantı.
teslimiyet:
teslim olma, bo-
yun eğiş.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vahdetülvücut:
vücudun bir-
liği, varlığın bir ve tek olduğu
düşüncesi, varlıkları bir bilme
düşüncesi: varlığın tek oldu-
ğunu, her şeyin bir olan Al-
lah’ın değişik görünüşleri ol-
duğuna inanma temeline da-
yanan tasavvufî görüş.
zat:
kişi, şahıs.
| 394 | BARLA LÂHİKASI