Hazret-i Gavs’ın teşvikiyle belki delâletiyle Kur’ân’ın
gayr-i mekşuf bir hazinesinde
(1)
$G p
º`````r
°ùp
H
ile giriyor,
Kur’ânî tarlaya
$G p
º````r
°ùp
H @ $G p
º````r
°ùp
H
diyerek
Sözler
tohu-
munu ekiyor, Fürkanî bahçeye
$G p
º`````r
°ùp
H
diyerek Nurlu
Mektuplar çekirdeğini dikiyor. Emr-i İlâhîye imtisalen
ekilen tohum ve dikilen çekirdeklerin inkişaf ve intişarla-
rı şüphesiz harika-asa olur.
Birinci Sözdeki temsilde seyahat eden mütevazi zat, ta-
mamen Üstadımızdır. Nebat, ağaç ve otların ipek gibi yu-
muşak kök, damarları nasıl
$G p
º`````r
°ùp
H
tesiriyle, yer altında
sert taşı toprağı delip, geçiyorsa aynen onun gibi
$G p
º`````r
°ùp
H
ile mevki-i intişara vaz olunan Sözler de, harika
bir tarzda arza yayılıyor. Ve en münevver ve mükemmel
meyve olan beşerin mü’minlerinin kalblerine nüfuz edi-
yorlar. Bu bid’atların kesreti ve muharriplerin bolluğu dev-
rinde
(2)
$G p
¿
r
Pp
Ép
H k
In
Ò`/
ã`n
c k
án
Äp
a r
ân
Ñn
?n
Z m
án
?«/
?n
b m
án
Äp
a r
øp
e r
ºn
c
ile gars olu-
nan nur fidanının yaprakları olan, diğer Sözler ve Mek-
tuplarla, bu kudsî fidanın dal ve budakları olan Hizbü’l-
Kur’ân ve bu hizbin esası ve seyyidi olan muhterem Üs-
tad da bir hıfz-ı gaybiye mazhar bulunuyorlar.
Şems-i risaletten gelen Kur’ânî Nurların evvelen Üsta-
da ve buradan da biz bîçarelere, bizlerden de diğer müş-
taklara, ilh., intikal etmekte olduğunu tasavvur ettim.
arz:
yer, dünya.
beşer:
insan, insanlık, âdemoğlu.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
bid’at:
Hz. Peygamber zamanın-
dan sonra dinde meydana çıkan
şey.
delâlet:
delil olma, gösterme.
Emr-i İlâhî:
İlahî iş; Allah’ın emri.
evvelen:
evvelâ, birinci, ilk ola-
rak.
gars:
dikilmiş fidan.
hıfz-ı gaybî:
gizli koruma.
hârika:
olağanüstü.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hizb:
bir yere bağlı olan topluluk.
Hizbü’l-Kur’ân:
Kur’ân taraftarı,
Kur’ân grubu.
ilh:
ilâ-âhir sözünün kısaltılmışı.
imtisalen:
imtisal ederek, uyarak,
tâbi olarak.
inkişaf:
ortaya çıkma, gelişme.
intikal:
bir yerden başka bir yere
geçme, yer değiştirme, göçme.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
kesret:
çokluk.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ânî:
Kur’an’a ait, Kur’an’dan
gelen.
mazhar:
nail olma, şereflenme,
kavuşma; nail olmuş, erişmiş, ka-
vuşmuş.
mevki-i intişar:
yayılma alanı,
yayılma mevkii.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete layık, saygın.
mü’min:
iman eden, inanan.
münevver:
ışıklı, parlak, ay-
dın.
müştak:
arzulu, fazla istekli,
iştiyak gösteren.
mütevâzı:
tevâzu eden, alçak
gönüllü olan, kibirsiz, göste-
rişsiz.
nebat:
topraktan biten, yeti-
şen her türlü şey, bitki.
nur:
Risale-i Nur eserleri.
nüfuz:
söz geçirme, hüküm
sahibi olma.
seyyid:
efendi, en önde olan.
Şems-i Risalet:
peygamberlik
güneşi.
tarz:
biçim, şekil.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şe-
killendirme, düşünme.
temsil:
örnek, misal.
tesir:
etki.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vaz:
sunma, açıklama.
zat:
kişi, şahıs.
1.
Allah’ın adıyla.
2.
Nice az topluluklar, nice kalabalık topluluklara Allah’ın izniyle galip gemişlerdir. (Bakara Su-
resi: 249.)
| 392 | BARLA LÂHİKASI