Resul-i Ekrem’in
(
ASM
)
sünnet-i seniyesini ihyaya çalı-
şan ve neşreden Risale-i Nur, Resul-i Ekrem’in
(
ASM
)
tak-
dir ve tahsînine mazhar olmuş ki, imdad-ı ruhanî ile ca-
mimiz olan bu vilâyete manevî teşrif etti. Fakat ehl-i da-
lâlet desiseleriyle, sünnet-i seniye hizmetkârlarını müşev-
veş ediyorlar. Üstadlarıyla görüşmemek için mâniler teş-
kil ediyorlar.
İkinci rüyamın hülâsası şudur ki: Bir mezaristanın ni-
hayetlerinde kesretli harmancıların buğday savurduğunu
ve ileride iki kapılı muhkem bir kal’a gibi yapılmış bir sa-
ray içinde Hazret-i Gavs-ı Geylânî oturmuş, gayet kala-
balık insanlar varmış gördüm. Ziyaret ettim. Tabirini siz
Üstadıma havale edip fakat, bundan hissediyorum ki, me-
zaristan geçmiş zamandır. O harmanlardaki kesretli buğ-
dayları savuran, bu zamandaki Risale-i Nur’un naşirleri
ve talebeleridir ki, ruhların manevî rızkını yetiştiriyorlar.
Hakikat tanelerini evham ve hayalet samanlarından tas-
fiye ediyorlar. bu talebelerin, Üstadının en mühim bir üs-
tadı olan Hazret-i Gavs-ı Geylânî, muhkem kal’a gibi bir
sarayda oturduğunu ve onlara üstadlık ettiğini ve o etra-
fındaki kalabalık da ve kendi fazla meşguliyeti keramet-i
Gavsiyyesiyle izhar ettiği gibi, Risale-i Nur Talebelerine
karşı himmet ve duasıyla fazla meşgul olduğunu fehme-
diyorum.
Ümmî Talebeniz
Mustafa
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 387 |
naşir:
eser, neşreden, yayınlayan,
dağıtan.
neşr:
herkese duyurma, yayma,
tamim.
nihayet:
son, sınır.
rızk:
gıda, yiyecek, besin.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rîm olan peygamber, Hz. Muham-
med (
ASM
).
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
rüya:
uyku sırasında görülen şey,
uyku sırasında zihinde geçen ha-
yaller, misalî âlem, düş.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (
ASM
) yüce sünneti; yüksek
hâl, söz, tavır ve tasvipleri.
tabir:
yorum, yorumlama.
tahsin:
hayran olma.
takdir:
beğenme.
talebe:
öğrenci.
tasfiye:
saflaştırma, arıtma, te-
mizleme.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
teşrif:
şereflendirme; büyük biri-
nin bir yere gitmesi veya bir yer-
den gelmesi.
Ümmî:
okuma yazması olmayan,
okumamış.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vilayet:
il.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
fehm:
anlama, anlayış, kavra-
yış, idrak, zekâ, akıl.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, doğru.
havale:
bir şeyi başkasının
üstüne bırakma.
hayâlet:
hayalî varlık, aslı ol-
madığı hâlde görüldüğü sanı-
lan şey.
himmet:
manevî yardım, ih-
san, lütuf.
hizmetkâr:
hizmet yapan
kimse, hizmetçi.
hülâsa:
kısaca, özet.
ihya:
canlandırma, diriltme,
hayat verme.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kal’a:
büyük hisar.
keramet-i Gavsiye:
Seyyid
Abdülkadir Geylânî’nin kerâ-
meti.
kesretli:
çokluğu olan, çok
fazla.
manevî:
ruha ve içe ait olan,
ruhî.
mâni:
engel, mania, set.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgi-
lenen.
meşguliyet:
meşgul olma, bir
iş yapma.
mezaristan:
mezarlık.
muhkem:
sağlam, dayanıklı.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
müşevveş:
teşevvüşe uğra-
mış, düzensiz, karmakarışık.