sitayiş etmeyen ve muhabbet ve merbutiyet beslemeyen
insan değildir ve daha doğrusu merdud-ı İlâhî ve Peygam-
berî olanlardır. Cenab-ı Hâlık-ı Lemyezel Hazretleri bu gi-
bileri de tarik-ı hakkı nasibedar eylesin. Âmin bihürmeti
Seyyidi’l-Mürselîn.
Sevgili Üstadım!
Hemşirenizin hastalığının had dev-
resi geçmiş. Evvelce arz etmiştim. Yüzde yirmisi mevcut-
tur. Henüz yataktan kalkmadı. Kuvvet ve iktidarı yok. Na-
maz kılabiliyorsa da vücudu titremekte ve arasıra arızaya
maruz kalmaktadır. Lehülhamd ve’l-minne, çok şükür Ce-
nab-ı Hakkın lütuf ve keremine ve bugününe. Mazinin sı-
kıntı ve elemi geçti. Hâl-i hazırına şükür ve istikbale te-
vekkül ile meşguldür. Ve siz Üstadıma dualar ediyor ve
diyor ki: “Şu nur ve hakikat-i Kur’âniye risale-i şerifeleri
imdadıma yetişti.” hele Otuz Birinci Mektubun İkinci
Lem’asındaki sabır ve tahammül ve şükür bahsine o ka-
dar bağlanmıştır ki, mezkûr risale-i şerifeyi evvel ve ahir
ve bilhassa hastalığı sırasında müteaddiden fakire okut-
muş ve Cenab-ı Hakka hamd ü sena etmiş ve diğer Üçün-
cü Lem’ayı ve sair risale-i şerifeleri okutup dinlemekte ve
göz yaşları dökmektedir.
(1)
»
u
Hn
Q p
?°r
†n
a r
øp
e Gn
ò'
g ! o
ór
ªn
ër
dn
G
Bunlar ve diğer risale-i şerifeler hakikat fışkıran, nur-
lar saçan bir feyizdir. Şu kadar diyebilirim ki, ehl-i dalâ-
let ve bid’aların en ileri gidenleri ve mülhitlerin en şenîle-
rini bile imana getireceğine kanaatim var. Yeter ki ruhu-
na nüfuz edebilsin.
ahir:
son.
amin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
arıza:
aksama.
arz:
sunma, bildirme.
bahis:
konu.
bid’a:
dinin aslına uymayan adet
ve uygulamalar..
bilhassa:
özellikle.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan, şeref
ve azamet sahibi yüce Allah.
Cenab-ı Hâlik-ı Lemyezel:
Daimi
olan yaratıcı. Allah (c.c).
dalâlet:
azgınlık, sapıklık.
devre:
dönem.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
elem:
dert, üzüntü, kaygı, tasa.
evvel:
önce.
evvelce:
daha önce.
feyiz:
ilim, irfan; ihsan, bağış.
had:
son.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hakikatı, Kur’ân’ın ifade ettiği ger-
çek.
hâl-i hâzır:
şimdiki zaman, hâl.
hamd:
teşekkür, şükran.
hemşire:
kız kardeş, bacı.
iktidar:
güç yetme, bir işi gerçek-
leştirmek için gereken kuvvet.
iman:
inanç, itikat.
imdat:
yardım.
istikbal:
gelecek zaman.
kanaat:
inanma.
kerem:
cömertlik, lütuf, ihsan,
bağış.
Lehü’l-hamd ve’l-minne:
hamd
ve minnet onun (Allah) içindir.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik, ih-
san.
maruz:
uğramak, etkilenmek.
merbutiyet:
bağlılık, mensup
oluş, mensubiyet, eklilik.
merdud-ı ilâhi ve peygamberi:
Allah’ın peygamberin reddettiği.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgile-
nen.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muhabbet:
sevgi, sevme.
mülhit:
İslam dininden ayrılan,
Allah’ı inkar eden, dinsiz, imansız.
müteaddit:
bir çok kere, de-
falarca.
nüfuz:
söz geçirme, hüküm
sahibi olma.
risale-i şerife:
şerefli, müba-
rek risale, kitap.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
sabır:
dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
sâir:
diğer, başka, öteki.
senâ:
methetme, övme.
Seyyidi’l-mürselin:
peygam-
berlerin efendisi.
sitayiş:
övme, övüş, methet-
me, sena.
şenî:
uğursuz.
şükür:
teşekkür.
tahammül:
yüklenme, yüke
katlanma.
tarik-ı hak:
hak ve hakikat
yolu.
tevekkül:
bir işi gerçekleş-
mesi için gereken çalışmayı
ve çabayı gösterip sebeplere
başvurduktan sonra işi Al-
lah’a bırakma.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
1.
Rabbimin bu fazlından dolayı ezelden ebede kadar Allah’a hamd olsun. (metnin “Elham-
dülillah kısmı bir çok ayette geçmektedir. Sonraki kısmı ise Neml Suresi: 40.
| 384 | BARLA LÂHİKASI