iltifatat-ı bînihaye bu fakiri mestediyor. Ne yapacağımı
şaşırıyorum. Ancak Cenab-ı Lemyezel Hazretlerinin lütf u
kerem ü ihsanına hamd ü şükr ü sena ederek risale-i şe-
rifelere sarılıyorum. Ve lezzet alıp, siz Üstadımı karşım-
da ve yanımda bulup mütehayyir ve mütefekkir olarak
bahr-i sürura dalıp gidiyorum. Ve bu hâlin devam ve tez-
yidini eltaf ve inayet-i Sübhaniyeden niyaz ediyorum.
Nasıl etmeyeyim. Yâ Hazret! Fakire bunca iltifattan baş-
ka hele bu defaki lütufnamelerinin başına bir çok tavsif-
ten sonra “Hizmet-i Kur’âniyede kuvvetli arkadaşım ve
tarik-ı hakta ve ebed yolunda enis yoldaşım” kelimat-ı lâ-
tifesi, bu cihan kıymet kelâmlarınız, benim gibi fakir, ha-
kir, muhtaç bu kardeşinize karşı ibzal ve himmet buyu-
rulması, sizin büyüklüğünüze ve daha doğrusu Gavs-ı
Azam Şeyh Geylânî (Kuddise sırruhü’l-âlî) Hazretlerinin
teveccüh, dua, himaye ve muhafazası olduğuna nasıl
iman etmeyeyim. Nasıl ki, bu defa Gavs-ı Azam’ın ihba-
rat-ı gaybiyesi risale-i şerifesini gördüm, okudum, yaz-
dım. Gavs-ı Azam, azam-ı aktap olduğunu bilir ve kalben
tasdik ederiz ve ziyade muhabbet etmekte iken, bu defa
bu kanaat, bu muhabbet tasdikini, kat ender kat ziyade-
leştirdi ve takviye etti. Ve Hazret-i Şeyhe iman ve mu-
habbetimi habl-i metin ile bağladı. Nasıl bağlanma-
yayım? Bu keramet ve ihbar-ı gaybiyesi ki, hakikat
fışkıran ve ruha hayat bahşeden
Sözler
’i söyleyen, haber
veren öyle bir sahib-i menba-ı keramat ve hakikat olan
Hazret-i Gavs-ı Azam, Üstadımın üstadıdır.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
azam-ı aktap:
kutupların en bü-
yüğü; kendi zamanında yaşayan
bütün evliyanın üzerinde manevî
tasarruf sahibi olan o asrın en bü-
yük velîsi.
bahr-i sürur:
sevinç deryası.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
bağışlayan, veren, affeden.
Cenab-ı Lemyezel:
Daimi olan Al-
lah (c.c).
defa:
kere, kez, yol.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
eltaf:
lütuflar, iyi muameleler, iyi-
likler, iyilikseverlikler, nezaketler.
enis:
dost, arkadaş; yar, sevgili,
yoldaş.
Gavs-ı Azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
namı.
haber:
bilgi, bilgilendirme.
habl-i metin:
sağlam bağ.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakir:
aşağı, adi, itibarsız.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek bil-
dirme.
himaye:
koruma, muhafaza et-
me.
himmet:
manevî yardım, ihsan,
lütuf.
Hizmet-i Kur’âniye:
Kur’an hiz-
meti.
ibzâl:
bollaştırma, esirgemeyip
bol bol harcama, sıkınmadan ver-
me, rahat kullanma.
ihbarat-ı gaybiye:
geçmiş veya
gelecek zamana ait verilen ha-
berler.
iltifat-ı binihaye:
bitmez sınırsız
gönlü hoş etme, iyilik.
iman:
inanma, itikat.
inayet-i sübhaniye:
Allah’ın ikra-
mı, bağışlama.
kıymet:
değer.
kalben:
kalb ile, kalbden; içten ve
samimî olarak.
kanaat:
inanma.
kelâm:
söz, konuşma.
kelimât-ı lâtife:
hoş tatlı, şi-
rin söz, ifade.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler veya tabiatüstü hâdiseler.
lütf-i kerem-i ihsan:
hoşluk,
güzellik, ikram, bağış.
lütuf:
hoşluk, güzellik.
lütufnâme:
lütuf listesi.
mest:
keyifle kendinden geç-
miş, sarhoş, esrik.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhafaza:
koruma.
muhtâc:
gerek duyan.
mütefekkir:
tefekkür eden,
düşünen, her şeyi hikmetin-
ce, ibret almak ve kavramak
üzere düşünen, düşünür.
mütehayyir:
hayrete düşen,
şaşıran.
niyaz:
Allah’a yalvarma ve
yakarma.
risale-i şerife:
şerefli, müba-
rek risale, kitap.
sahib-i menba-ı kerâmet:
olağanüstü haller sahibi.
senâ:
methetme, övme.
şükür:
teşekkür.
takviye:
kuvvetlendirme,
sağlamlaştırma.
tarik-ı hak:
hak ve hakikat
yolu.
tasdik:
doğrulama, onayla-
ma.
tavsif:
vasıflandırma, nitele-
me.
teveccüh:
yönelme, sevgi, il-
gi.
tezyit:
arttırma, çoğaltma.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
yoldaş:
yol arkadaşı.
ziyade:
fazlasıyla.
| 382 | BARLA LÂHİKASI