Barla Lâhikası - page 373

mukteza-i hak ve hakikati icra edecektir. Âcizleri, bu
ümit ve intizarla hayırlı akıbeti Cenab-ı Haktan temenni
ediyor. Ve şimdilik gayyur, sadık, müttakî ağabeylerim
ve kardeşlerimin meziyetleriyle ve temiz kalbleriyle ve
hüsn-i niyetleriyle iftihar ediyorum. Nurlarla, projektör-
lerle, semavî yıldızlarla ezelî bir iman gibi manevî toplar-
la mücehhez olan sefine-i maneviyemizin şu zamanın
dalgalarından, kasırgaların azade kalmasını Cenab–ı
Hallâk-ı Âlem’den yalvarırken, müteveccih oluduğumuz,
hilkat-ı âlemlere bais ve bâdî olan iki cihan serveri, âciz-
lerin senedi Cenab-ı Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm
Efendimizin ve etbaı ezvacının sefinemizin erkân ve et-
baıyla müttefik olduğu ümit ve imanını besliyorum. Âciz-
leri ise, manen her an zarar ve ziyan içinde bir taraftan
ıslah-ı hâl edememiş, hasara uğrayan mukaddes bilgile-
rin tashih ve takviyesine muhtaç, diğer taraftan nefsin
hücumuna maruz ve huzuzatına müptelâ, öbür taraftan
günahlarına mukabil olmayan cüz’î bir ubudiyetin sa-
adet-i ebediyeyi bihakkın temine kâfi gelemeyeceğinden
korkup kusurlarımın cezasının tahayyülünden an bean
müzmahilim, Bizler kendi ubudiyetimiz ve bu nakıs hiz-
metimizle bize delil, bir mürşit ve bir şefî olmadıkça sa-
adet-i ebediyeye vâsıl olmak ne kadar uzak! Heyhat, ha-
yat-ı dünyeviye dümdüz değil. Hissiyat-ı beşeriye tebed-
düle pek müstait.
Aziz Üstadım!
Madem ki bizi talebeliğinize ve kar-
deşliğinize, hatta kabule lâyık olmayan vatandaşlarımızı
ve mecruhları huzurunuza ve arkadaşlığınıza kabul
BARLA LÂHİKASI | 373 |
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
madem:
değil mi ki.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
maruz:
uğramak, etkilenmek.
mecruh:
yaralanmış, cerh olun-
muş, yaralı.
meziyet:
kıymetli özellik.
muhtâc:
gerek duyan.
mukabil:
karşılık.
mukaddes:
takdis edilmiş, kutsal,
aziz, temiz.
mukteza-i hakve hakikat:
hak
ve gerçeğin gerektirdiği.
mücehhez:
techiz edilmiş, cihaz-
landırılmış, donatılmış.
müptelâ:
tutkun, bir şeye düş-
kün ve tutulmuş olan.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren, rehber, kılavuz.
müstait:
mütemayil, meyilli.
müteveccih:
dönme, yönelme.
müttakî:
kendisini Allah’ın sev-
mediği fena şeylerden koruyan;
haramdan ve günahtan çekinen,
takva sahibi, dindar.
müttefik:
fikirce beraber olan.
müzmahil:
çökmüş, perişan,
dağınık.
nakıs:
noksan, eksik.
nefs:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
sadık:
sözünde, işinde doğru
olan, dostluğu ve bağlılığı içten
olan.
sefine:
gemi, dünya.
sefine-i maneviye:
manevî gemi.
semavî:
semaya ait, gökten ge-
len.
serveri:
önde gelen, reis, başkan.
şefî:
suçluların bağışlanması için
Allah’a yalvaran, şefaatçi.
tahayyül:
hayale getirme, haya-
linde canlandırma.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
talebe:
öğrenci.
tashih:
düzeltme, yanlışını gider-
me.
tebeddül:
başkalaşma, değişme.
temenni:
olmasını veya olmama-
sını isteme; dilek, istek, arzu.
temîn:
elde etme.
ubudiyet:
kulluk.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vasıl:
erişme, ulaşma, kavuşma.
ziyan:
zarar, kayıp.
akıbet:
sonuç, netice.
anbean:
gittikçe, yavaş ya-
vaş, zaman ilerledikçe.
azade:
uzak, emin, korun-
muş.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
bâdî:
ilk, başlangıç.
bais:
sebep olan.
bihakkın:
tamamıyla, hakkıy-
la.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın tâ kendisi
olan, şeref ve azamet sahibi
yüce Allah.
Cenab-ı Hallâk-ı Âlem:
Ale-
min yaratıcısı. Allah (c.c).
erkân:
rükünler, esaslar.
etba:
birinin sözüne, işine,
mesleğine uyanlar.
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz,
başlangıçsız.
ezvac:
hanımlar, eşler.
gayyur:
çok gayretli, çok ça-
lışkan.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
heyhat:
yazık, çok yazık, ne
yazık.
hilkat-i âlem:
âlemin yaratı-
lışı.
hissiyat-ı beşeriye:
insanlığın
hisleri duyguları.
huzuzat:
hazlar, insanın ho-
şuna giden şeyler.
hüsn-i niyet:
iyi niyet, temiz
kalblilik.
ıslah-ı hâl:
kendi hâlini ıslah
etme, düzeltme.
icra:
yürütme, bir işi yerine
getirme.
iftihar:
gurur, övünme.
intizar:
bekleme, gözleme.
kâfî:
yeterli.
kusur:
suç, kabahat.
1...,363,364,365,366,367,368,369,370,371,372 374,375,376,377,378,379,380,381,382,383,...720
Powered by FlippingBook