Œ
193
œ
[Zekâi’nin fıkrasıdır.]
Aziz Üstadım!
Bu elîm hâdisat hususunda sabır ve tevekkülden bah-
setmek, bilirim ki, zaittir. Esasen bizim gibi hayatın cüz’î
ıztırabından ah ü enin eden kemterlere, sabır ve tevekkül
gibi define-i saadet ve necatın kıymetini siz öğrettiniz.
Hamd olsun, günden güne bu kelimelerin mefhumunu
daha iyi kavrıyoruz ve takdir edebiliyoruz. İlk zamanlar-
da, yani Nurlara çok uzak olduğumuz gaflet zamanlara,
hayatta, Hâdisatta her şeyde sabır ve tevekkül bizlere za-
hiren acı ve kabil-i hazım değil gibi geliyordu, öyle görü-
yorduk. Fakat bu hususatı bihakkın telkin ve tenvir buyu-
ran Üstadımızın irşadı, bizim nazarımızda sathî ve zahirî
şeyleri silmektedir. Bu fakirin ve günahkârın en ziyade
medar-ı süruru olan bir şey varsa, o da ancak akıl ve fikir
ve bahr-ı muhit-i kebirden bir katre nisbetinde kalb gö-
züyle hakikî nurları görüp muvakkat bir an ve zaman için
mütelezziz olmasıdır.
Sevgili Üstadım!
Hamd olsun, kardeşlerimiz fikren
ve ruhen hâl-i terakkidedirler. İnşaallah, manen ve na-
zar-ı İlâhîde de terakki ediyorlar. Yirmi Yedinci Mektup
gittikçe çoşan berrak bir şelâle gibi çağlamaktadır. Yegâ-
ne arzum ve emelim, tarik-ı selâmet saliklerinin kesreti-
ni ve elimizdeki mecmua-i hakaikın daha çok kıymetli ve
temiz ellerde dolaştığını görmektir. İnşaallah, zaman bu
arzu:
isteme, bekleme, özleme.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bahr-i muhit-i kebir:
Büyük Ok-
yanus.
berrak:
nurlu, pek parlak, duru,
açık.
bihakkın:
tamamıyla, hakkıyla.
cüz’î:
az bir parça.
define-i saadet ve necat:
kurtu-
luş ve mutluluk definesi.
elîm:
şiddetli.
emel:
amaç, arzu, istek.
enin:
inilti, inleme, inleyiş.
esasen:
aslında, temelinde, doğ-
rusu.
fıkra:
parça, mektup, bölüm.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zih-
nen.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp nefsi-
nin arzularına dalmak.
günahkâr:
günahlı, günah işle-
miş.
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
hakikî:
gerçek, sahici.
hâl-i terakki:
gelişme, yükselme
durumu.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek bil-
dirme.
husus:
mevzu, konu.
hususat:
hususlar.
ıztırap:
kuvvetli acı, aşırı elem,
azap.
inşaallah:
Allah izin verirse.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırma.
kıymet:
değer.
kabil-i hazım:
sindirmek.
katre:
damla.
kemter:
daha aşağı, daha kıy-
metsiz, çok değersiz, hakir, itibar-
sız.
kesret:
çokluk.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
mecmua-i hakaik:
hakikatler
mecmuası, gerçekler demeti.
medar-ı sürur:
sevinç ve ne-
şe vesilesi, sebebi.
mefhum:
bir sözün ifade etti-
ği mana.
muvakkat:
geçici.
mütelezziz:
lezzet alan, tat
hisseden, hazzeden, hoşla-
nan.
nazar:
bakış, fikir.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
nisbetinde:
oranında, ölçü-
sünde.
ruhen:
ruh bakımından, ruh
yönünden, ruh olarak.
sabır:
dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
salik:
bir yola giren, bir yolda
giden, bir yolu takip eden.
sathî:
yüzeysel.
takdir:
değerlendirme.
tarik-ı selâmet:
kurtuluş yo-
lu.
telkin:
fikir aşılama, öğüt ver-
me, zihinde yer ettirme, ku-
lağına koyma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tevekkül:
bir işi gerçekleş-
mesi için gereken çalışmayı
ve çabayı gösterip sebeplere
başvurduktan sonra işi Al-
lah’a bırakma.
Üstad:
Bediüzzaman Said
Nursi Hazretlerinin, özel isim
yerine geçen bir sıfatı.
yegâne:
biricik, tek, yalnız.
zahiren:
görünüşte.
zahirî:
görünürde.
zait:
lüzumsuz, gereksiz, faz-
la.
ziyade:
çok, fazla.
| 372 | BARLA LÂHİKASI