Üstadım!
Eyyam-ı mübereke pek çabuk gelip geçti.
Benim gibi manevî yaralılarından mecruh bîçareler, böy-
le mübarek günlerde, elbette kusurlarının afvını ve meş-
ru emellerinin husulünü, Hallâk-ı Âlemden temenni ve ni-
yaz etmişlerdir. Cenab-ı Allah mah-ı gufranın kudsiyeti
hürmetine kusurlarımızı af ve mağfiret eylesin.. Âmin.
Sevgili Üstadım!
Bu defa üç gün izinle Atabey’e gi-
dip, ebeveynimi ve ahiret dostlarımızı ziyaret ettim.
Ah Üstadım!
Bazen zahirî hâdisat insanı çok düşün-
dürüyor. Gayr-i ihtiyârî, ruhu garip ve rikkatle karışık bir
ıztıraba düşürüyor. Bu anlarda hayatın kararsızlıklarından
mütevellit yeis, bizi müteessir ediyor. Şefkat ve merha-
mete hasret çekiyoruz.
Üstadım!
Öyle zannediyorum ki, âcizleri hayatın ihti-
lâta mecbur eden ahvalinden uzaklaşamadıkça, kalbim
aramgâh-ı lezzetinde tam bir sükûnu bulamayacak. İnşa-
allah duanız himmetiyle, o anlara da selâmetle vâsıl ola-
cağım. Bu hissiyatımı izah etmek, anlaşılmış bir ruh için
zait değil midir?
Aziz Üstadım!
Emsal-i kesîresiyle Üstadımızın riya-
seti altında, müşerref olmaklığımızı dilediğim ıyd-i fıtrîni-
zi tebrik vesilesiyle, takdim-i ihtiramat eyler, muhterem
ellerinizden ve ayaklarınızdan öperim, sevgili Üstadım.
Günahkâr talebeniz
Zekâi
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 363 |
kusur:
suç, kabahat.
mağfiret:
Allah’ın, kullarının gü-
nahlarını bağışlaması, örtmesi, af-
fetmesi; İlâhî merhamet, gufran.
mah-ı gufran:
af ayı ramazan.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mecruh:
yaralanmış, cerh olun-
muş, yaralı.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
meşru:
şeriata uygun, şeriatın
müsaade ettiği şey.
muhterem:
saygı değer, hürmete
layık, saygın.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müşerref:
şerefli, yüce.
müteessir:
teessüre kapılan, hü-
zünlü, kederli, mahzun.
mütevellid:
...den dolayı, ...den
ötürü.
niyaz:
rica, dua.
rikkat:
acıma, incelik, yumuşaklı-
lık.
riyaset:
reislik, başkanlık.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
selâmet:
salimlik, eminlik; dert,
sıkıntı, kusur, noksanlık ile korku
ve endişeden uzak olma.
sükûn:
rahat, huzur, asayiş.
Şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
takdim-i ihtiramat:
hürmetlerini
sunma.
talebe:
öğrenci.
temenni:
dilek, istek, arzu.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vasıl:
erişme, ulaşma, kavuşma.
vesile:
bahane, sebep.
yeis:
ümitsizlik.
zahirî:
görünüşte olan; zahire, dı-
şa ait olan.
zait:
lüzumsuz, gereksiz, fazla.
ahiret:
öbür dünya, öteki
dünya, kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
ahval:
haller, durumlar.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
defa:
kere, kez, yol.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ebeveyn:
ana baba.
emel:
amaç, arzu, istek.
emsal-i kesire:
pek çok ben-
zerler, birçok misiller.
eyyam-ı mübareke:
bere-
ketli, uğurlu günler.
garip:
kimsesiz, zavallı.
gayr-i ihtiyârî:
elinde olma-
yarak, istemeksizin, düşün-
meksizin yapılan.
günahkâr:
günahlı, günah iş-
lemiş.
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
Hallâk-ı Âlem:
âlemi yoktan
ve en güzel bir surette yara-
tan Allah.
hasret:
özlem.
himmet:
manevî yardım, ih-
san, lütuf.
hissiyat:
hisler, duygular.
husûl:
hasıl olma, meydana
gelme, peydâ olma.
hürmet:
haysiyet, şeref.
ıyd-i fıtrî:
ramazan bayramı.
ıztırap:
kuvvetli acı, aşırı
elem, azap.
ihtilât:
karışıp görüşme, bera-
ber yaşama.
inşaallah:
Allah izin verirse.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kudsiyet:
kutsallık, mukad-
deslik, azizlik.