Öyle ise aziz kardeşlerim, bu zavallı kardeşinize hayır
dua buyurmanızı bilhassa rica ediyorum. Kur’ân hesabı-
na bakılırsa, o zaman belki bazı güzellikler görünebilir. Bu
da sevgili Üstadımızın buyurdukları gibi, Kur’ân’ın güzel-
likleri ve menba-ı Kevser’den gelen Nurların lâtifliği bu
hususu temin etmişlerdir. Hîn-i sabavetimden beri en zi-
yade menfurum, felillâhilhamd, yalan söylemektir. Onun
için hakikati ifade ettiğime emin olabilirsiniz ki, yukarıda
arz ettiğim üç safhada ihtiyâr ve tesadüf yoktur. Hâkim
olan, bir dest-i gaybî ve kader-i İlâhîdir. Bunu hissediyo-
rum. Kader-i İlâhîyi izaha lüzum yok. Dest-i gaybın da
Gavs-ı Azam, Sultan-ı Evliya, Bâzü’l-Eşheb Seyyid Abdül-
kadir-i Geylânî Kuddise Sirruhu’l-Âlî Hazretleri olduğunu
son defa öğrenmiş olduk.
Fakat, muhterem Üstadımın âlî aflarına istinaden şunu
ilâve edeyim ki, Gavs-ı Azam Hazretlerinin keramet-i gay-
biyeleri, sarahaten Üstadımız Said Nursî Hazretlerini gös-
termektedir. Çocukluğundan beri harika tercüme-i hâli
tetkik edilecek olursa görülür ki, bu zatın vücudu sırf
Kur’ân ve iman hesabınadır. Ondandır ki, o harika hâlâ-
ta mazhar olmuş biz bîçareler, bu şem’in pervanesi ol-
dukça, hizbü’l-Kur’ân namına Hazret-i Gavs’ın himmet
ve duasına ve cedd-i zîşanı Peygamberimiz Sallâllâhü Te-
âlâ Aleyhi Vesellem Efendimiz Hazretlerinin şefaatine, il-
timasına ve nihayet Münzilü’l-Kur’ân’ın affına, himayesi-
ne mazhar olacağımıza da şüphe edilmemek lâzımdır.
BARLA LÂHİKASI | 353 |
kevser:
Cennette bulunan bir
akarsu.
kuddise sirruhu’l-âli:
sırrını mu-
kaddes ve yüce eylesin.
lâtif:
yumuşak, tatlı, hoş.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
menba-i kevser:
kevserin kay-
nağı.
menfur:
kendisinden nefret edi-
len, sevilmeyen, iğrenç.
muhterem:
saygı değer, hürmete
layık, saygın.
Münzilü’l-Kur’ân:
nüzul indirilen
Kur’ân.
nam:
adına, yerine.
nihayet:
en sonunda.
pervane:
fırıldak, fırıldak çarkı.
sabavet:
sabilik, çocukluk.
safha:
devre, merhale.
sarahaten:
açıkça, açıktan açığa.
Seyyid:
Hz. Muhammed’in (
ASM
)
torunu Hz. Hasan’ın soyundan
olan kimse; Hz. Muhammed’in te-
miz soyundan gelen kimse.
sultan-ı evlîya:
evliyaların sulta-
nı.
şefaat:
Hz. Peygamberin ve diğer
salih kulların, bazı günahkâr
mü’minleri bağışlamasını Al-
lah’tan dilemeleri.
şem:
balmumu, mumışık, aydın-
lık kaynağı.
temîn:
elde etme.
tercüme-i hâl:
hâl tercümesi, bir
kişinin hayatını anlatan eser, bi-
yografi.
tesadüf:
rastlantı.
tetkik:
dikkatle araştırma, incele-
me.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
arz:
sunma, bildirme.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
Bâzü’l-Eşheb:
Akdoğan Ab-
dülkadir Geylani’nin bir namı.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
bilhassa:
özellikle.
defa:
kere, kez, yol.
dest-i gaybî:
görünmez el; Al-
lah’ın yardımı.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
emin:
inanma, güvenme.
felillahilhamd:
Allah’a ham-
dolsun.
Gavs-ı Azam:
en büyük gavs,
Abdülkadir-i Geylânî Hazret-
lerinin namı.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâkim:
hükmeden.
halat:
haller, durumlar, vazi-
yetler.
hârika:
olağanüstü.
himaye:
koruma, esirgeme,
muhafaza etme.
himmet:
manevî yardım, ih-
san, lütuf.
hin-i sahavet:
çocukluk za-
manı.
hizbü’l-Kur’ân:
Kur’ân taraf-
tarı, Kur’ân grubu.
husus:
mevzu, konu.
ihtiyâr:
irade, tercih.
iltimas:
yapılmasını isteme,
rica.
iman:
inanç, itikat.
istinaden:
istinat ederek, da-
yanarak.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
keramet-i gaybiye:
gaybla il-
gili keramet, istikbal ile alâka-
lı keramet.