Ruhaniyetlerindeki celâlet ve azamet karşısında avuç için-
de sıkılan bir top hamur ne hale girerse, bu bîçarede öy-
le oldum. Bir şey düşünemez, sersem, âdeta meyyit-i mü-
teharrik bir hâle geldim. Günlerden beri zihnim ve bütün
havassım, hemen tamamen bu harika eserle meşgul. Bu
hâlette iken, istidadımın fevkinde şöyle bir kaç beyit kal-
bime ve kalemime geldi. Kaidesine uygun olarak düzelte-
medim. Müşfik Üstadımın aflarına istinaden yazıyorum.
Tashihi, Üstadıma ve Hablullaha yapışan kardeşlerime bı-
rakıyorum.
Hulûsî bak gaybî ihbarnameye,
Gör Üstadın neler izhar eylemiş.
Kitab-ı Sinan’dan edip tefeül,
Hakka ki keramet ibraz eylemiş.
“Ümmî Alîm” ile
(HAŞİYE)
“
Sinan Ümmî”de,
Hesab-ı ebcetle var mutabakat.
Görünür bakılınca bu tarikle,
Esma-i Üstadla tam münasebet.
Hakkıyla hadimü’l-Kur’ân’dır Üstad,
İspata kâfidir bu muvafakat.
Hayretbahş esrara vâkıftır bu zat,
İhvana deriz haber-i beşaret.
HAŞİYE:
(Ümmî ey âlim) tarzında okunduğuna göre.
âdeta:
sanki.
alîm:
her şeyi hakkıyla bilen Al-
lah.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
beyit:
iki mısradan oluşan şiir.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
celâlet:
büyüklük, ululuk, hey-
betlilik.
eser:
telif, kitap, yayın.
esma-i üstad:
üstad’ın ismi.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
fevk:
üst.
gaybî:
görünmeyen.
haber-i beşaret:
müjde haberi.
hablullah:
Allah’ın ipi.
hâdimü’l-Kur’ân:
Kur’ân hizmet-
kârı, Kur’ân’a hizmet eden.
hâle:
durum, vaziyet.
hâlet:
hal, durum.
hârika:
olağanüstü.
haşiye:
dipnot.
havas:
hasseler, duyular.
hayretbahş:
hayret verici, hay-
ranlık uyandırıcı.
hesab-ı Ebcedî:
harflere verilen
sayı değerleriyle ibarelerden geç-
mişe ve geleceğe ait işaretler çı-
karmak, tarih düşürmek.
ibraz:
meydana çıkarma, ortaya
koyma, gösterme.
ihbarname:
ihbar kâğıdı, bir
şeyin geldiğini veya bir para-
nın ödenebileceğini bildiren
haber kâğıdı.
ihvan:
kardeşler.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istinaden:
istinat ederek, da-
yanarak.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kâfî:
yeterli.
kaide:
kural, esas, düstur.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler veya tabiatüstü hâdiseler.
kitab-ı sinan:
sinan’ın kitabı.
meşgul:
ilgilenen, uğraşan.
meyyit-i müteharrik:
hare-
ket hâlindeki ölü.
mutabakat:
uyma, uygunluk,
birbirini tutma.
muvafakat:
müsaade etme,
kabul etme.
münasebet:
ilgi, ilişki, müna-
sebet.
müşfik:
şefkatli, merhametli,
sevgi ve ilgi gösteren.
ruhaniyet:
ruhlara hükmet-
me.
sersem:
budala, aptal.
tarik:
yol.
tashih:
düzeltme, yanlışını gi-
derme.
tefe’ül:
bir kitabı rastgele
açarak denk gelen yeri oku-
ma ve o kısmı uğurlu sayma.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan, okumamış.
Üstad:
Bediüzzaman Said
Nursi Hazretlerinin, özel isim
yerine geçen bir sıfatı.
vâkıf:
blgilenme, bilme.
zat:
kişi, şahıs.
zihin:
bilinç, dimağ.
| 344 | BARLA LÂHİKASI