başladım. Aradan çok geçmeden hizmet ettiğim Nur
elektrik fabrikasından bir düğme çevirildi. Bir mumluk bir
ziya geldi. Bir şeyler görmeye başladım. Aynıyla yazıyo-
rum. Kusur ve noksan bîçare Ali’nindir.
Evet Üstadım!
Nasıl ki, Fahr-i Âlem (sallâllâhü aley-
hi vesellem) Hazretleri şecere-i kâinatın hayattar çekirde-
ği, Enbiya ve Mürselîn o şecere-i mübarekin dalları olup,
dalın ibtidasından müntehasına kadar, kat’î bir alâka ile
daimî birbirlerini götürüyorlar. Bu sır için Hazret-i Âdem
Safiyullah kokladığı ve hissettiği nur-i Muhammed (aley-
hissalâtü vesselâm) hakkında demiş: (Yâ Rab, benim al-
nımda bir çığırta var, nedir? Cenab-ı Kibriya hazretleri
buyurmuş: Nur-i Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselâm)
tespihidir. Aynen kütüb-i sabıkada vesile-i dünya olan
(Şah-ı Levlâki) evsafıyla, ashabıyla haber vermeleri gös-
teriyor ki, ulûm-i evvelîn ve ahirîni cami bir kitap ile ba’s
olunacak, kâinatın ruhu hükmünde ve bütün kâinatın gü-
zellikleri kendi fıtratında tecemmu edip, tekemmüle tu-
lûu, fecirden sonra şemsin tulûu gibi bekleniyordu.
İşte bu kitab-ı kâinatın vazıh bir fihriste-i mukaddesesi
olan Fürkan-ı Mübin Arş-ı Azamdan, ve her ismin azamî
mertebesinden nüzul ile kökü Arş-ı Azamdan, gövdesi
Fahr-i Âlem’in (sallâllâhü aleyhi vesellem) sadrına ve
dalları bütün zemini ihata eden kitab-ı kâinatın her sahi-
fesinde ve her cüz’ünde lâfzullah ve lâfz-ı Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm ve lâfz-ı Kur’ân’ın bütün birbiriyle
ahirîn:
sonrakiler.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
Arş-ı Azam:
en büyük arş, Al-
lah’ın katı, Cenab-ı Hakkın kudret
ve saltanatının en büyük dairesi.
ashap:
Sahabeler, Hz. Peygambe-
ri (
ASM
) görmüş ve onunla konuş-
muş olan Müslüman kimseler.
azamî:
en fazla, en çok, nihayet
derecede.
ba’s:
gönderme, yollama, irsal.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
Cenab-ı Kibriya:
Yüce Rab, aza-
met ve kudreti sonsuz, şeref ve
azamet sahibi olan Cenab-ı Allah.
cüz:
kısım, parça, bölük.
çığırta:
parlaklık, nur.
daimî:
sürekli, devamlı.
enbiya:
nebiler, peygamberler.
evsaf:
vasıflar, nitelikler, özellik-
ler.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
Fahr-i Âlem:
Kâinatın övünç ve
gurur kaynağı.
fecr:
sabah namazı vakti, sabaha
karşı güneş doğmadan önce uf-
kun doğusu tarafından görünen
aydınlığı.
fihriste-i mukaddese:
kutsi, te-
miz, pak liste.
Furkan-ı Mübin:
hak ile batılı
tam olarak ayıran; Kur’ân-ı Kerîm.
haber:
bilgi, bilgilendirme.
hayattar:
canlı, yaşayan.
Hazret-i Âdem:
İlk insan ve ilk
peygamber.
hizmet:
görev, vazife.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ihata:
kuşatma, içine alma.
iptida:
baş, başlangıç.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kitab-ı kâinat:
kâinat kitabı.
kusur:
suç, kabahat.
kütüb-i sabıka:
Önceki, geçmiş
kitaplar.
lâfz-ı Kur’ân:
Kur’ân lâfzı, Kur’ân
kelimesi, Kur’ân sözü.
lâfz-ı Resul-i Ekrem:
Hz. Pey-
gamberin sözü.
lâfzullah:
Allah lâfzı.
mertebe:
derece, basamak.
müntehâ:
bitiş, sona erme.
mürselîn:
gönderilenler, pey-
gamberler.
nur-i Muhammed:
Hz. Mu-
hammed’in (
ASM
) nuru, ışığı.
nüzul:
inme, iniş, gökten
dünyaya geliş.
Rab:
Ey Allah’ım!.
sır:
giz.
sadr:
göğüs, sine.
safiyullah:
Allah’ın seçtiği, te-
miz kıldığı kul.
sahife:
sayfa.
Sallâllâhü aleyhi vesellem:
Allah’ın selamı üzerine olsun.
şah-ı levlâk:
eğer sen olma-
saydın ayetinden
şecere-i kâinat:
kâinat ağacı.
şems:
güneş.
tecemmu:
toplanma, birik-
me, yığılma.
tekemmül:
olgunlaşma, ke-
male erme, mükemmelleş-
me.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tut-
ma, Cenab-ı Hakk’ı şanına la-
yık ifadelerle anma.
tulû:
doğma, doğuş.
ulûm-i evvelîn ve ahirini ca-
mi:
önceki ve sonraki ilimleri
barındıran.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vazıh:
açık, âşikar; kolay an-
laşılır.
vesile-i dünya:
dünyanın ya-
ratılış sebebi.
zemin:
yeryüzü.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
| 340 | BARLA LÂHİKASI