mevcut olduğunu cezmettim. Bu nuranî mektup hakkın-
daki, muhtasar tahassüsatımı âcizâne yukarda arz ettim.
Feyz menbaına maddeten ve manen çok yakın olan kar-
daşlarıma, şu perişan ifadatım kapı açmak ve (buradan
içeri geçmeye sizler lâyıksınız,) diyecek kadar faidebahş
olduğu hakkındaki emirlerinizden çok sevindim.
Sevgili Üstadım!
Allah için sevenler, Kur’ân’a hadim
olmayı yürekten isteyenler musibetin büyüğünü, dine ge-
len mesaip bilenler, zahiren ne kadar şaşaalı, mutantan
görünse de, her bid’akârâne hareketten mutlak ve mu-
hakkak, Kur’ân’a ve imana bir hücum hissedenler... ilh.
İşte bunlar niyetlerindeki ihlâs, kalblerindeki safiyet ve
imanlarındaki kuvvet ve Kur’ân’a ciddî merbutiyetleri de-
recesinde, felillâhilhamd merkez-i menba ve masdar-ı fey-
ze yakın bulunduruyorlar. Elbette böyle ulvî ruhlu, ciddî,
ihlâslı, metin, imanlı kardaşlarımı çok sever ve mazhar ol-
dukları niam-ı İlâhiyyeye şakirinden olmalarını tazarru ey-
lerim. Hasbel kader, dünyaya dalmış, masiyette bunalmış,
hakikatte acıklı bir gurbete düşmüş olan bu bîçare kardeş-
lerine dua etmelerini rica ederim. Cümlesine alelhusus
isimleri zikrolunan Galib, Hüsrev, Hafız Ali, Süleyman
Efendilere ve nurların baş kâtibi Şamlı Hafız Tevfik has-
ta olduğundan müteessir olduğum ve inşaallah iade-i afi-
yet etmiş olan Muhacir Hafız Ahmed Efendi’ye ve sair
mukarreplere selâm ve dualar ederim.
Hulûsî
ì®í
âcizâne:
alçak gönüllülükle.
alelhusus:
özellikle, hususiyle, en
çok, hele.
arz:
sunma.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
bid’akârâne:
dinde olmayanı di-
ne mal etmeye çalışarak.
cezm:
kesin karar, niyet.
ciddî:
ağırbaşlı, hâlleri sakin olan
kişi.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
felillahilhamd:
Allah’a hamdol-
sun.
feyz:
bolluk, bereket; ilim, irfan,
manevî gıda.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hakikat:
gerçek, doğru.
hasbe’l-kader:
kaderden, kader
icabı.
iade-i afiyet:
afiyetin iadesi, sağ-
lığın geri verilmesi, iyileşme.
ifadat:
ifadeler.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ilh:
ilâ-âhir sözünün kısaltılmışı.
iman:
inanç, itikat.
inşaallah:
Allah izin verirse.
lâyık:
yakışan, yaraşır, yakışır.
maddeten:
maddî olarak.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
masdar-ı feyz:
ilim kaynağı.
masiyet:
günah, kötü şey.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
menba:
kaynak.
merbutiyet:
bağlılık, mensup
oluş, mensubiyet, eklilik.
merkez-i menba:
kaynakla-
rın merkezi.
mesaip:
uğursuzluklar.
metin:
sağlam ve dayanıklı.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
mukarreb:
yakınlaşmış, ya-
kınlaştırılmış, yakın.
musibet:
felaket, bela.
mutantan:
tantanalı, debde-
beli, gösterişli, şatafatlı.
mutlak:
elbette, behemehal.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
niam-ı İlâhîye:
Allah’ın ver-
miş olduğu nimetler, ihsanlar.
niyet:
maksat, meram.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
safiyet:
saflık, halislik, temiz-
lik.
selâm:
barış, rahatlık, sela-
met ve esenlik dileme.
şakir:
şükreden, şükürler ol-
sun diyen, gördüğü iyiliğe
karşı dua eden, müteşekkir.
şaşaa:
gösteriş, debdebe.
tahassüsat:
duygulanmalar,
hislenmeler.
tazarru:
yalvarma, Allah’a
huşû içinde yalvarma.
ulvî:
yüksek, yüce.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
zahiren:
görünüşte.
zikr:
anma, bildirme.
| 332 | BARLA LÂHİKASI