Yüksek bir damdan, taş üstüne çocuk düştü. O hizmet sa-
dâkatinin bir ikram-ı İlâhî olarak, o çocuk hiçbir teessür
ve hastalık görmediği gibi, sütten, memeden bile kesilme-
di. Her ne ise, bu tarz sadâkatinin lem’alarını çok gör-
düm.
Süleyman’da sadâkatle beraber esaslı bir ihlâs gördüm.
Evet, bu günlerde insafsız insanlar, onun şeref ve haysi-
yetini kıracak derecede, hakkında işaalar izhar ettikleri
zaman, ona teselli nev’inden dedim ki: “Sana bir sû-i şöh-
reti takmakla riyadan kurtulursun.” O da kemal-i sürur ve
ciddî bir surette o teselliyi kabul etti.
Gelelim gıybet hakkındaki mesleğine: Bu zat bende
gıybet hakkında ne kadar şiddetli bir nefret olduğunu bil-
diği cihetle, beni kızdırmamak için mümkün olduğu ka-
dar –cevaz da olsa– söylemiyor. Ve bilhassa ramazanda,
bütün bütün içtinap eder. Zaten ahlâkında, başkasına mu-
zırlık yok. İnsafsızların işaasına sebep, bu kadar olmuş:
Birisi sormuş, “Hoca Efendi, filân adama şöyle demiş
mi?” O da geldi bana aynı sözü söyledi ki, o adama ce-
vap versin. Hâlbuki o sözde ne gıybet var, ne de bir şey.
Her ne ise…
Ben, bu köyde, ümit etmiyordum ki, benim en ziyade
itimat ettiğim ve tam ahlâklarına ve diyanetlerine kanaat
ettiğim Mustafa Çavuş, Süleyman Efendi gibi kardeşleri-
mi tenkit etsinler. Zannederim ki, ben gittikten sonra, bu-
rada benim yerimde, bana ettikleri hürmeti onlara ede-
cekler. Ümidim budur ki, köy halkının yüzde doksanı
bilhassa:
özellikle.
cevaz:
yapılıp yapılmamasında
sakınca olmayan.
diyanet:
dindarlık.
gıybet:
birinin arkasından hoş-
lanmayacağı şekilde konuş-
mak.
haysiyet:
şeref, izzet, onur.
hürmet:
saygı.
içtinap:
çekinme.
ihlâs:
Allah rızası gözetme.
ikram-ı ilâhi:
Allah’ın ikramı,
ihsanı.
insafsız:
zalim, hoşgörüsüz.
işa:
dedikodu, yalan haber.
itimat:
güven.
izhar:
ortaya koyma.
kanaat:
inanç, güven.
kemâl-i sûrur:
tam mükem-
mel bir memnunluk.
lem’a:
parıltı.
muzır:
yaramaz, zararlı.
riya:
iki yüzlülük, gösteriş.
sadâkat:
bağlılık, sadıklık.
sû-i şöhret:
kötü nam.
suret:
tarz, şekil.
şeref:
izzet, onur.
tarz:
şekil.
teessür:
üzüntü, elem, dert.
tenkit:
eleştiri.
tesilli:
avutma.
ziyade:
fazla, çok.
| 326 | BARLA LÂHİKASI