beraber, hasenat tevfik-ı Hudâ ile olduğuna, Kur’ân-ı bâ-
hirü’l-bürhan şahid-i sadıktır.
Hulûsî
ì®í
Œ
170
œ
EĞİRDİR MÜFTÜSÜNE SON İHTAR
[Bir kardeşimiz olan Hakkı Efendi’nin
hatırı için layık olduğu şiddeti bırakıp
gayet mülâyim bir surette ihtar edildi.]
(1)
o
¬o
JÉn
c
n
ôn
Hn
h$G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ
r
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
Eski bir dost ve ilim noktasında bir arkadaş olmak üze-
re sizinle bir hasb-i hâl edeceğim. İkimize taallûk eden
mühim bir musibet-i diniyeyi size haber veriyorum. Bu-
nun telâfisine mümkün olduğu kadar beraber çalışmalı-
yız. Şöyle ki:
Zatınız, herkesten ziyade hizmetimize taraftar ve hara-
retle himayetkâr olmak lâzım gelirken, maatteessüf,
meçhul sebeplerle, aksimize tarafgirâne ve bize karşı so-
ğukça rakîbâne baktığınızdan, oğlunuzu bu köyde yerleş-
tirip ona dost-ahbap buldurmak için çalıştınız. Neti-
cesinde, burada öyle bir vaziyet hâsıl olmuş ki, mahiye-
tini düşündükçe senin bedeline ruhum titriyor. Çünkü,
ahbap:
bildik, tanıdık.
aksi:
ters, zıt.
bedel:
yerine, adına, namına.
gayet:
son derece.
haber:
bilgi, bilgilendirme.
hararet:
ateşlilik, coşkunluk, he-
yecanlılık.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
hasbihal:
halleşme; görüşüp ko-
nuşma, sohbet.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
himayet:
koruma, esirgeme.
hizmet:
görev, vazife.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlatma,
uyarı.
ilim:
bilgi, marifet.
Kur’ân-ı bahirü’l-bürhan:
ispat-
lar, deliller denizi olan Kur’ân.
lâyık:
yakışan, yaraşır, ya-
kışır.
maatteessüf:
ne yazık ki,
üzülerek belirteyim ki.
mahiyet:
nitelik, tabiat, iç
yüz, esas.
meçhul:
bilinmeyen, hakkın-
da bilgi olmayan.
musibet-i dîniye:
dinle ilgili,
dine gelen belâlar; dine yöne-
lik tehlikeler, belalar.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
mülâyim:
yavaş, yumuşak
huylu, uysal.
rakîbâne:
rakip olarak, birbi-
rine üstünlük sağlamaya ça-
lışırcasına.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahid-i sadık:
doğru sözlü şa-
hit.
taallûk:
alâkalı, münasebetli
olma.
tarafgirane:
taraf tutarcasına,
bir tarafı destekleyerek.
taraftar:
benimseyen, iste-
yen.
telâfi:
tamamlama, yerini
doldurma, zararı karşılama.
tevfik-ı Hudâ:
Allah’ın yardı-
mı ve başarıya ulaştırması.
vaziyet:
durum.
zat:
kendi, nefsi, şahsı.
ziyade:
çok, fazla.
1
. Allah’ın selâmı, rahmet ve berekâtı üzerinize olsun.
| 320 | BARLA LÂHİKASI