Barla Lâhikası - page 316

Œ
166
œ
[Hafız Ali’nin fıkrasıdır.]
Sevgili Üstadım Efendim Hazretleri!
Otuz Birinci Mektubun On Beşinci Lem’asının birinci
kısmını, büyük bir meserretle aldım.
Sevgili Üstadım,
Zaten fakir, âcizâne nazarımda şems-i hidayetten
neşr-i envar eden
Sözler
hak ve hem hakikat olarak, ha-
kikat âleminin çarşısıdır. Hakikat âleminde ne varsa, o
kadar zengin, o kadar mücehhez, o kadar bîpayandır.
Böyle bir çarşı-i âlem mallarını almak lâzım ki, bir padi-
şah kuvveti olsun. Eğer görmekse, öyle bir keskin nafiz,
seyyar bir nazar olmalı ki, seyr-i seyahat ile görebilirsin.
Bu da pek ender bulunduğundan almak ve görmek için
lâzım ki, bütün malların bir numune levhası bulunsun.
Ey Sevgili Üstad!
Her numune levhaları mukaddema görülüyordu ki, yal-
nız bir parça ile (topların ve küllîlerin) nevilerini gösterir.
Daha bir şeye yaramaz. Fakat serâser nur olan hazine-i
bînihayenin fihriste ve numune levhasının her parçasın-
dan (Hanîfen müslimen) gömleği çıkacak. Harika derece-
de parçaları ve kıymetleri hâvîdirler. Nasıl umuma muha-
lif külliyatla harika olduğu gibi, cüz’iyatlarıyla harika bir
hatemi taşıyorlar.
âcizâne:
alçak gönüllülükle.
âlem:
dünya.
bîpayan:
sonsuz, tükenmez.
cüz’iyat:
parçaya ait olan şeyler.
çarşı-i âlem:
dünya çarşısı.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
fihriste:
katalog, liste.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, bir şeyin as-
lı, esası.
hârika:
olağanüstü.
hatem:
mühür, damga.
hâvî:
içine alan, kapsayan,
kuşatan.
hazine-i bînihaye:
sonsuz,
bitmez tükenmez hazine.
kıymet:
değer.
küllî:
bütüne ait olan, umumî,
genel.
külliyat:
bir şeyin bütünü, bir
şeyin tamamı, hepsi.
levha:
bir yere asılmak üzere
yazılmış veya yapılmış yazı
veya resim, tablo.
meserret:
sevinç, şenlik.
muhalif:
zıt, karşıt.
mücehhez:
hazırlıklı.
nafiz:
tesir eden, nüfuzlu, te-
sirli.
nazar:
huzur, kat, yan, ön,
nezdinde.
neşr-i envar:
nurların yayıl-
ması, nurların dağıtılması,
nurların saçılması.
nevi:
çeşit.
nümune:
örnek.
serâser:
baştan başa, tama-
mıyla, bütünüyle, büsbütün.
seyr-i seyahat:
gezinti.
seyyar:
sabit olamayan, be-
lirli bir yerde sürekli durma-
yan, hareket eden.
Şems-i Hidayet:
hidayet gü-
neşi; Hz. Muhammed (
ASM
).
umum:
bütün, herkes.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
| 316 | BARLA LÂHİKASI
1...,306,307,308,309,310,311,312,313,314,315 317,318,319,320,321,322,323,324,325,326,...720
Powered by FlippingBook