Barla Lâhikası - page 308

âsâr-ı rahmeti görüyor. Semavat ve arş, bütün heybetiy-
le insanların seyrangâhı, cennet mesken-i hakikîsi oluyor.
Zemin bir hane şekline giriyor. Mele-i âlânın sekeneleri
ve zemin yüzüne serpilen yüz binlerce mahlûkat ve neba-
tat envaının insanların hacetleri için koşuştuklarını, sinek-
lerden balıklara, zerrelerden yıldızlara kadar küçük büyük
her bir masnu, insanların yüzüne vahşetle değil, gülerek
baktıklarını görüyor.
Sonsuz rahîm olan Hâlık-ı Azîm’in kusursuz olan bu
kasrını, temaşaya doyamayan ruh, kendine avdet ediyor.
Rahmetin nihayet derecede incelikleriyle tanzim ve idare
edilen cisme bakıyor. Duyguları arasında yalnız muhay-
yilesine hasr-ı nazar ediyor. Bu muhayyilenin dimağda
kendisine tahsis edilen mahalli, bir hardal tanesi kadar-
ken, her zaman bütün âlemi sinema şeritleri gibi hayal
hanesinde dolaştırır. Hafıza bir çeşit, akıl ayrı bir çeşit,
fikir başka bir hâlde, kalb daha başka, kâmil insanlarda
hâl-i faaliyette olan diğer letaif, daha başka bir şekilde,
bâsıra, sâmia, zaika, lâmise, şamme gibi havass-ı zahi-
rinin istiap ettikleri manevî sahalara nispetle, nihayet
derecede küçük bir dimağımda yerleştikleri hâlde, yekdi-
ğerine karışmayarak, biri diğerinin vazifesine müdahale
etmeyerek, ayrı ayrı vazifelerde, ayrı ayrı dairelerde gayet
muntazam çalıştıklarını ve hatta etıbbanın bile senelerce
tahsil ederek içinden çıkamadıkları vücud-i beşerin her
bir kısmının, her bir uzvunun inceliklerini görüyor. Bu
derece rahmetle tanzim edilen, bu kadar muhtelif vezaif
ile çalıştırılan, bu muhayyiri’l-ukul makineyi temaşa
âlem:
cihan, evren.
arş:
göğün en yüksek katı.
asar-ı rahmet:
Rahmet eserleri.
avdet:
geri gelme, dönüş.
bâsıra:
görme duyusu.
dimağ:
akıl, şuur.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
etibbâ:
tabibler, tıp ilmini bilen-
ler, doktorlar.
gayet:
son derece.
hacet:
ihtiyaç.
hafıza:
insanda hatırlama hasse-
si, bellek.
Hâlık-ı azîm:
büyük yaratıcı, Al-
lah.
hâl-i faliyet:
çalışma durumu.
hane:
ev, mesken, dünya.
hardal:
turpgillerden, deriyi yakı-
cı nitelikte olan, sarı çiçekli, kü-
çük tohumlu, yaprakları yenen
ve tıpta da kullanılan, tadı acı bir
bitki.
hasr-ı nazar:
sadece bir şeye ba-
kıp ona dikkat etme.
havass-ı zahiri:
bilinen görünen
duygular.
heybet:
saygı ile birlikte korku
hissini veren hal, büyüklük.
idare:
bir işi yürütme, çekip çevir-
me.
istiap:
içine alma, içine sığdırma,
kapsama.
kâmil:
kemale ermiş, olgun, bilgi-
li, kültürlü.
kasr:
saray, köşk.
lâmise:
dokunma hissi, duygusu.
letaif:
manevî duygular.
mahal:
yer.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
masnu:
sanatla yapılmış eşya,
varlık.
Mele-i â’lâ:
yüce alem; Cenab-ı
Hakk’a daha yakın olan büyük
meleklerin toplandığı alem.
mesken-i hakikî:
gerçek asıl,
yerleşim yeri.
muhayyile:
hayal etme gücü.
muhayyirü’l-ukul:
akıllara
hayret verip hayranlık uyan-
dıran.
muhtelif:
farklı.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzenli ve düzgün biçimde.
müdahale:
karışma.
nebatat:
bitkiler.
nihayet:
son.
nispet:
oran.
rahîm:
merhamet eden, çok
merhametli olan, esirgeyen,
koruyan, acıyan Allah.
rahmet:
Allah’ın kullarını esir-
gemesi, onlara maddî ve ma-
nevî nimetler vermesi.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
saha:
alan.
sâmia:
kulaktaki işitme kuv-
veti, işitme duyusu.
sekene:
sakin olanlar, ikamet
edenler, oturanlar.
semavat:
semalar, gökler.
seyrangâh:
seyir yeri, eğlen-
ce ve gezme yeri.
şamme:
koku alma duyusu.
tahsil:
ilim öğrenme, bilgi
edinme, öğrenim.
tahsis:
has kılma, ayırma.
tanzim:
düzenleme, tertiple-
me, ıslah etme, düzeltme, iyi-
leştirme.
temâşâ:
hayretle ve dikkatle
bakma, seyretme.
uzv:
organ.
vahşet:
yabanîlik, vahşilik.
vazife:
görev.
vezaif:
görevler.
vücud-i beşer:
insan bedeni.
zaika:
tad alma duygusu.
zemin:
yeryüzü.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
| 308 | BARLA LÂHİKASI
1...,298,299,300,301,302,303,304,305,306,307 309,310,311,312,313,314,315,316,317,318,...720
Powered by FlippingBook