eden ruh, bu makine üzerindeki derece-i malikiyetini dü-
şünüyor. Hükmünün hiçbir uzva tesir etmediğini görün-
ce, sığınacak bir yer, iltica edecek bir mahal, perverde
edilecek bir varlık arıyor. İşte o vakit bu kadar rahmetiy-
le perverde eden Hallâk-ı Azîm’e karşı secde-i şükrana
kapanarak ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor. Bütün dertlerini dö-
küyor. Onun, yalnız onun lütf u keremine iltica ederek
affolunmak, dünyada olduğu gibi ukbada da sevdikleriyle
birlikte vaat ettiği cennette bulundurulmasını istiyor ve
yalvarıyor.
Ahmed Hüsrev
ì®í
Œ
161
œ
[Re’fet Bey’in fıkrasıdır.]
Aziz ve Muhterem Üstadım Efendim!
Geçen hafta aldığım mektupta, “Senin ve Şerif Efendi’-
nin ifadeleri kısadır, bir şey anlaşılmıyor. Tenkit mi? Tak-
dir mi? buyurdunuz. Bütün eserlerinizi takdir ve kemal-i
istihsan ile karşıladığımız malûm-i âlîleridir. Esasen tenkit
edecek kudret-i ilmiye değil bizde, Türkiye ulemasında ol-
madığı hâdisat ile sabittir.
Sinn-i sabavetinizde şark ulemasını ilzam etmeniz ve
ondan sonra İstanbul’a gelerek bilumum ulemanın na-
zar-ı takdir ve hürmetini celp etmeniz, bu hususu ispata
kâfidir. Gerek Şerif Efendi ve gerekse Hikmetü’l-İstiaze
ve Besmele sırrını okuyan diğer arkadaşlar duydukları
hazz-ı manevîden gaşyolmuşlardır.
BARLA LÂHİKASI | 309 |
nazar-ı takdir:
kıymet veren, de-
ğer bilen, takdir eden bakış.
perverde:
beslenmiş, terbiye edi-
lip yetiştirilmiş, eğitilmiş.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara maddî ve manevî ni-
metler vermesi.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
secde-i şükran:
şükür secdesi,
şükretmek maksadıyla yapılan
secde.
şark:
doğu, doğu bölgeleri.
takdir:
beğenme.
tenkîd:
eleştirme.
tesir:
etki.
ukba:
ahiret, öbür dünya.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
uzuv:
organ.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vaat:
söz verme, aht.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
besmele:
Bismillâhirrahmâ-
nirrahîm (Rahman ve Rahim
olan Allah’ın adıyla.) cümlesi-
nin adı.
bilumum:
bütün, tamamı,
hep, genel olarak.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
derece-i malikiyet:
sahiplik
derecesi.
esasen:
aslında, temelinde,
doğrusu.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gaşyolma:
kendinden geçme,
bayılma.
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
Hallâk-ı Azîm:
yüce yaratan,
yüce yaratıcı Allah.
hikmetü’l-istiâze:
Risale-i
Nur Külliyatından, “Allah’a sı-
ğınmanın hikmetleri” anla-
mında bir risale ismi.
husus:
mevzu, konu.
hüküm:
emir, buyruk.
hürmet:
saygı.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
ilzam:
susturma, cevap vere-
mez hâle getirme.
ispat:
sağlam ve dayanıklı
hale getirme; doğruyu delil-
lerle gösterme.
kâfî:
yeterli.
kudret-i ilmiye:
ilme ait kud-
ret, ilmin gücü, kuvveti, ilim-
deki üstünlük, güçlülük.
lütf u kerem:
kerem ve lütuf.
iyilik ve yumuşaklıkla mu-
amele; cömertlik, merhamet
ve ihsan.
mahal:
yer.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete layık, saygın.