Barla Lâhikası - page 319

Œ
169
œ
[Hulûsî Bey’in fıkrasıdır. Eğirdir’de
bir kardeşimize gönderdiği mektup-
tandır.]
Üstad Hazretlerinin son Otuz Birinci Mektubun, On
Üç ve On Dördüncü lem’alarını havi olan pek kıymetli,
nurlu ve hikmetli, serâpâ nur olan hakaik derslerinden
derin manalı, şirin lezzetli, asel-i musaffa nev’inden ek-
mel eserlerini almakla bahtiyar, cevap takdimine muvaf-
fak olmamakla bedbahtım. Şuracıkta karalamaya niyet
eylediğim birkaç satırla, o ders-i hakaikten aldığım feyzi
izah veya duygularımı nakletmek istemiyorum. Çünkü, bu
dersin nihayetindeki hususî haşiye, sanki manen beni bir
müddet mektup yazmaktan menetti. Zahirî manalar da
bu işaretin doğrudan doğruya bu bîçareye ait olduğunu
göstermektedir. Bu nurlu dersi bir defa (On Üçüncü
Lem’a kısmını) İmam Ömer Efendi gibi arkadaşlara oku-
yabildim.
Sevgili Üstadımın emirleri, işaretleri, dersleri, tembih-
leri, ikazları, irşatları, tehditleri, şefkatleri hep hakikatli-
dir. Bu güne kadar söylenmişler böyle olmakla beraber,
bundan sonrakiler de aynı mahiyettedir. Asla şüphe ve
tereddüdüm yoktur. Tabiî, sevk-i tabiî tesadüf değil.
Hakikî, fıtrî sevk-i İlâhî, kader-i Sübhanî, her işimizde hâ-
kim. Cüz’î ihtiyârımızla seyyiatımızdan mes’ul olmakla
BARLA LÂHİKASI | 319 |
muvaffak:
başarmış, başarılı.
müddet:
süre, zaman.
nakl:
anlatma, söyleme, hikâye
etme.
nev:
tür, çeşit.
nihayet:
son.
niyet:
öncede düşünmek, bele-
mek.
nur:
aydınlık, parıltı, parlaklık, zi-
ya, ışık, şule.
serapa:
tamamen, bütünüyle.
sevk-i İlâhî:
Allah’ın sevk etmesi;
gayr-i ihtiyârî olarak Allah tarafın-
dan sevk olunma.
sevk-i tabiî:
tabiî sevk , düşünme
sonucu değil, tabiî olarak yapılan
hareket, insiyak, içgüdü.
seyyiat:
suçlar, günahlar.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
tabiî:
elbette, şüphesiz.
takdim:
arz etme, sunma.
tehdit:
korkutma, gözdağı ver-
me.
tembih:
uyarma, ikaz.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
tesadüf:
rastlantı.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
zahirî:
görünüşte olan; zahire, dı-
şa ait olan.
asel-i musaffa:
süzme bal.
bahtiyar:
bahtlı, talihli,
mes’ut , mutlu.
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, za-
vallı.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cüz-i ihtiyâr:
icattan mah-
rum, hak kazanmaktan başka
hiç bir şeye gücü yetmeyen
az bir arzu serbestliği, cüz’i
irade.
defa:
kere, kez, yol.
ders-i hakaik:
gerçek ses.
ekmel:
daha (en, pek) kâmil,
mükemmel ve kusursuz olan,
en uygun, en olgun, en eksik-
siz.
fıkra:
parça, mektup, bölüm.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, do-
ğuştan olan.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
hükmeden.
haşiye:
dipnot.
hâvî:
içine alan, kapsayan,
kuşatan.
hikmet:
kainattaki ve yaratı-
lıştaki gayeleri araştırma.
hususî:
özel.
ikaz:
uyarı.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kader-i süphani:
Allah’ın tak-
dir etmesi.
mahiyet:
nitelik, tabiat, iç
yüz, esas.
mana:
anlam.
manen:
mana bakımından,
manaca.
men:
yasak etme, engelleme.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
1...,309,310,311,312,313,314,315,316,317,318 320,321,322,323,324,325,326,327,328,329,...720
Powered by FlippingBook