Barla Lâhikası - page 317

Evet Üstadım!
Bu mektubu istinsah ederken kalb ve ruhum cûşuhuru-
şa gelerek bütün envar-ı resaili kemal-i şevk ve tahassür-
le görmek istiyordular.
Demek Üstadım, umum risalelerin her parçasına ihti-
yacımız olduğu gibi, her parçayı da birden görmeye
şiddetle ihtiyaç varmış. Cenab-ı Vacibü’l-Vücud size ke-
mal-i rahmet ve merhametinden, o rahmet ve merhame-
tinin iktizasıyla nail-i mükâfat buyursun. Âmin.
Hafız Ali
ì®í
Œ
167
œ
[Kardeşim Abdülmecid’in fıkrasıdır.
Hulûsî Bey’e yazdığı mektuptandır.]
Eyyühe’l-Azizin Azizi, Hazret-i Seyda’nın
Muhterem Tilmizi!
Teşnesi bulunduğum tebşirnamelerinizi memnuniyetle
aldım. Var olunuz. Cevapları yazmak icap eder amma ne
yazayım. Ruh nâhoş, kalb bîhoş, kafam bomboş. Zira,
etraf-ı erbaamdan takattur eden vahşetler, kasavetler,
yeisler, beisleri tasavvur ettikçe biri, cinnete yani cünuna,
diğeri Cennete yani Şam’a gitmek üzere, akl ü ruhum se-
ferber vaziyetini alıyorlar. Bunun içindir ki, ne Seydanın
yani Üstadın talebeliğini ve ne de sizin kardeşliğinizi bi-
hakkın ifa edemediğimden ne yazacağımı bilemiyorum.
BARLA LÂHİKASI | 317 |
ma.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara maddî ve manevî ni-
metler vermesi.
risale:
Risâle-i Nur Külliyatını
meydana getiren kitaplardaki her
bir bağımsız bölüm.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
seferber:
bir işe veya yola çıkma-
ya hazır.
Seyda:
Bediüzzaman’a bu ismle
de hitap edilirdi.
tahassür:
çok istenilen ancak el-
de edilemeyen şeye üzülme.
takattur:
damlama, damla damla
akma.
talebe:
öğrenci.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, tasarlama, kurma.
teşne:
istekli, çok arzulayan, he-
vesli.
tilmiz:
öğrenci, talebe.
umum:
bütün, hepsi.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vahşet:
yabanîlik, vahşilik.
vaziyet:
durum.
yeis:
ümitsizlik.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
amma:
ama, lakin, ancak.
beis:
zarar, korku.
bihakkın:
tamamıyla, hakkıy-
la.
bîhuş:
şaşkın, sersem.
Cenab-ı Vacibü’l-Vücut:
Var-
lığı zatî zorunlu olan; Allah
(c.c).
cinnet:
delilik, çılgınlık.
cûşuhurûş:
coşup taşma,
kaynayıp taşma, neşe ve
ahenk.
cünun:
delirme, çıldırma, de-
lilik.
envar-resail:
Risale-i Nur.
etraf-ı erbaa:
dört yan, dört
yön; doğu, batı, kuzey, güney.
Eyyühe’l-Azizin Azizi:
Ey de-
ğerlilerin değerlisi.
fıkra:
parça, mektup, bölüm.
icap:
gerekme hâli, lâzım, ge-
rekli, lüzum.
ifa:
bir işi yapma, yerine ge-
tirme.
iktiza:
gerek, lüzum.
istinsah:
nüshasını yazma,
örneğini çıkarma, kopya et-
me.
kasavet:
sertlik, katılık.
kemal-i rahmet:
rahmetin
mükemmelliği.
kemal-i şevk:
tam ve kusur-
suz bir istek.
memnuniyet:
memnunluk,
sevinçli oluş.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, esirge-
mek.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete lâyık, aziz, saygın.
nahoş:
hoş değil.
nail-ı mükâfat:
ikrama ulaş-
1...,307,308,309,310,311,312,313,314,315,316 318,319,320,321,322,323,324,325,326,327,...720
Powered by FlippingBook