sakalları siyah, pek az ağarmış. Beşuş ve nuranî bir çeh-
re. Mübarek başlarında bir mahrut-i nakıs şeklinde yük-
sek ve çok beyaz bir sarık vardı. Camiden çıkınca, bitişik
bir odada cemaatle beraber oturduğumuzu da hatırlıyo-
rum. Bu rüya bana çok zevk vermekle beraber, dua ve
himmetlerinin Hizbü’l-Kur’ân üzerinde, her zaman mev-
cut bulunduğuna daha ziyade yakin hâsıl ettirdi.
Hulûsî
ì®í
Œ
165
œ
[Sabri’nin fıkrasıdır.]
Bu kerre bir kıt’a lütufname-i fazılâne-i merğubeleriy-
le tereşşuhat-ı kitab-ı mübinin bir zübdesi bulunan, Fih-
riste-i Mübin’in Dördüncü Kısmını, Süleyman Efendi
kardeşimiz yediyle aldım, okudum. Müellifine, kâtibine,
naşirine, hadimlerine binler dualar ettim. Hakikaten
vakt-i kıraatim olan iki saat zarfında, risalatü’n-Nur ve
mektubatü’n-Nur’un kâffesini icmalen okumuş kadar
mütelezziz ve müstefit oldum. Ve şöyle dedim. Lütufna-
me-i keremkârîlerinde işaret buyurulduğu üzere, dört
nüsha değil, belki bir kaç ay, her vazifeye tercihen fihris-
teyi teksir ve neşre sa’y etmeliyiz.
Madem ki, gayemiz neşr-i envar-ı hakaik-ı Kur’ân’dır.
Bu mübarek ve kıymettar eser-i giranbaha ise hakaik-ı
Kur’âniyenin hulâsası ve zübdesi ve tabiri caiz ise, tam bir
piştarıdır. Miftahu’n-Nusret ve Mirkatü’l-Fütuhdur.
beşuş:
güleryüzlü, şen.
caiz:
geçerli, kabul edilebilir, uy-
gun.
cemaat:
topluluk, aralarında çe-
şitli bağlar bulunan insanlar top-
luluğu.
çehre:
vecih, yüz.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
eser-i girenbaha:
çok değerli
eser.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
fihriste:
bir kitapta bulunan şey-
leri sırayla gösteren liste, katalog.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hakaik-ı Kur’âniye:
Kur’ân ait
olan ve ondan gelen gerçekler.
hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
himmet:
manevî yardım, ihsan,
lütuf.
Hizbü’l-Kur’ân:
Kur’an hizmetkâ-
rı, Kur’an taraftarı.
hülâsa:
kısaca, özet.
icmalen:
kısaltarak, kısaca, özet-
le.
kıt’a:
dörtlük, dört mısradan olu-
şan nazım birimi.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kâffe:
hep, bütün, cümle, tama-
mı.
kâtip:
yazıcı.
kerre:
kere, defa, kez, sefer.
lütufname-i fazılane-i merğube:
rağbet edilen beğenilen, ilim, ir-
fan lütuf listesi.
lütufname-i keremkâr:
ikramlı,
ihsanlı liste.
madem:
çünkü, için, değil mi ki,
...den dolayı, böyle ise, hele.
mahrut-i nakıs:
eksik koni
(geometrik şekil).
miftahu’n-Nusret:
yardım
anahtarı.
mirkatü’l-fütuh:
zafer merdi-
veni.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müellif:
eser telif eden, kitap
yazan.
müstefit:
istifade eden, fay-
dalanan, kazanan.
mütelezziz:
lezzet alan, tat
hisseden, hazzeden, hoşla-
nan.
naşir:
eser, neşreden, yayın-
layan, dağıtan.
neşr-i envar-ı hakaik-i
Kur’ân:
Kur’ân’ın gerçek nur-
larının neşri.
nuranî:
mübarek ve saygı
uyandıran yüz ve görünüşe
sahip olan.
nüsha:
birbirinin aynı olan
yazılı metinlerden her biri.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
tabir:
ifade; deyim.
teksîr:
çoğaltma.
tercihan:
tercih ederek, ön-
celikli olarak.
tereşşuhat-ı kitab-ı mübin:
Kur’ân’ın sızıntıları.
vakt-i kıraat:
okuma zamanı.
vazife:
görev.
yakîn:
kesin bilme, şüpheden
sıyrılarak son derece doğru
ve kuvvetli bilme.
yed:
el.
zarfında:
süresince.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
zübde:
bir şeyin en mühim
kısmı, bir şeyin özü, seçkin
kısmı.
| 314 | BARLA LÂHİKASI