Her ne ise… Bu neviden olan elîm hâdiseler çoktur.
Hakikatli bir kardeşimin neseben kardeşi olduğunuzdan,
haşinâne değil, mülâyimâne bir surette olan bu dertleş-
mekten gücenmeyiniz.
(HAŞİYE)
Said Nursî
ì®í
Œ
171
œ
[Ehl-i bid’anın şiddetli hücumu-
na maruz kalan Süleyman hak-
kındadır.]
Sua l :
Süleyman nasıl adamdır? Başta buranın memur-
ları, çok adamlar onu tenkit ediyorlar. “Lüzumsuz sözle-
ri Hocaya söylüyor, yanlış ediyor, âdeta münafıklık edi-
yor,” derler. Sana çoktandır hizmet ediyor; mahiyeti ne-
dir, bildir?
HAŞİYE:
Hiç kimseye söylemediğim, Hatta düşünmesini de istemedi-
ğim, Kur'ânî hizmetimize zarar veren bir hâleti söyleyeceğim: Zatınız
bir zaman bize dost göründüğünüzden, senin oğlun talebe gibi yanıma
geliyordu. Ciddî istifadeye çalışıyordu. Değil bana sıkıntı vermek, belki
ihtaratımı, ciddî telâkki ediyordu. Vakta ki zatınız bana karşı rakîbâne
bir vaziyet aldınız; oğlunuz da o vaziyetin tesiriyle öyle bir şekle girdi
ki, en mutî talebeden, en merhametsiz bir düşman vaziyetine geldi. O
zamandan beri çektiğim sıkıntıların ve hizmet-i Kur'âniyemize gelen za-
rarların kısm-ı azamı, oğlunuzun yüzünden ve senin o rakîbâne vaziye-
tinden geldiğine şüphe kalmadı. Senin nüfuzun ve şerefin olmasa idi,
oğlun böyle şeylere müdahale edemezdi.
Her ne ise… Sizi bütün bütün gücendirmemek için kısa kesiyorum.
Kardeşim Hakkı Efendinin hatırı için ben hakkımı helâl ederim. Fakat,
bizi istihdam eden ve hizmetine kabul eden Kur'ân-ı Hakîmin darbesin-
den korkmalı; belki o helâl etmez!
ciddî:
gerçek, hakikat.
elîm:
çok dert ve keder veren,
çok acı verici, acıklı.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâlet:
hal, durum.
haşiye:
dipnot.
hizmet:
görev, vazife.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’an hiz-
meti.
ihtarat:
ihtarlar, hatırlatmalar.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
kısm-ı azam:
büyük kısım, ekse-
riyet, çoğunluk.
Kur’ânî:
Kur’an’a ait, Kur’an’dan
gelen.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, esirge-
mek.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
müdahale:
karışma, el atma,
araya girme, sokulma.
mülâyimane:
mülâyim ola-
rak, yumuşak ve uysal bir şe-
kilde.
neseben:
nesepçe, soy bakı-
mından.
nev:
tür, çeşit.
nüfuz:
söz geçirme, hüküm
sahibi olma.
rakîbâne:
rakip olarak, birbi-
rine üstünlük sağlamaya ça-
lışırcasına.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şeref:
onur, haysiyet.
talebe:
öğrenci.
telâkki:
kabul etme, alma.
tesir:
etki.
vakta ki:
ne vakit ki, ne za-
man ki, o zaman ki, olduğu
vakit.
vaziyet:
durum.
zat:
kendi, nefsi, şahsı.
| 324 | BARLA LÂHİKASI