Œ
173
œ
[Sabri Efend’inin fıkrasıdır.]
Eyyühe’l-Üstadü’l-Azam!
Şah-ı Geylânî Hazretlerinin manidar ve ihatalı bir
beyt-i kıymettarîlerinin (dellâl-ı kitab-ı mübini) manevî
parmağıyla irae ve müntesiplerine ima ve işaret ettiği te-
feülnamenin nihayet fıkrasında okudum ve dedim: (Evet,
nurlar heyetini umum ehl-i hak ve hakikat manevî elekt-
rik âyinelerine hedef etmişlerdir. Ve Hatta Kur’ân-ı Azî-
müşşan’ın ve Ehadis-i Nebeviyenin bu hususu alenen ve-
ya sırran ve remzen ihbarıyla bile vardır) demekte asla
tereddüt etmiyorum.
Bu zümre-i safiye ve halise arasında, sâni Hulûsî tes-
miyesine bile lâyık ve müstait olmayan ve hiç-ender-hiç
olan bir abd-i pür-kusura da, haddinin fersah fersah fev-
kinde bir yer veriliyor. Hâlbuki, bu acz-i bîpayan, kusuru
çok, hatası azîm Sabri, sahaif-i a’maline baktığımda çok
kara ve mucib-i nefret görüyor. Ve bu mevkide işaret edi-
len şahıs ismiyle, a’mal ve harekâtıyla, sabr ve teennisi
müspet ve müsellem bulunan başka kardeşlerimiz olduk-
larına hükmediyor. Çünkü kıymettar bir hazine ve defi-
neyi keşfeden ve o zemin ve zamanda gayyur keşşafa, ta-
harriyatda bezl-i vücut eden sailer o yolda acaba o defi-
neyi bulabilir miyiz? gibi bir eser-i tereddüt göstermeye-
rek, sarf-ı mesaide bulunan, pek kıymettar semere-i sa’yi
ve âlem kıymetindeki mahsul gayretleriyle, herkesi tergip
ve teşvik ve tenvire hasr-ı vücut eden zevat, hakikaten şa-
yan-ı takdir ve tebriktirler.
BARLA LÂHİKASI | 333 |
kaynak.
heyet:
kurul, topluluk; birlik teş-
kil eden şahıs ve şeylerin tama-
mı.
husus:
mevzu, konu.
ihatalı:
kuşatıcı.
ihbar:
haber verme, bildirme.
ima:
işaretle anlatma, üstü kapalı
ifade etme.
irae:
gösterme.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
keşşaf:
keşfeden, gizli bir şeyi
meydana çıkaran.
Kur’ân-ı Azîmüşşan:
şan ve şere-
fi yüce olan Kur’ân.
lâyık:
yakışan, yaraşır, yakışır.
mahsul:
ürün.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
manidar:
nükteli, ince manalı.
mevki:
yer, makam.
mucib-i nefret:
nefrete lâyık nef-
ret görmesi gereken.
müntesip:
intisap etmiş, bağlan-
mış, mensup.
müsellem:
doğruluğu, gerçekliği
herkes tarafından kabul edilen.
müspet:
olumlu.
müstait:
istidatlı, kabiliyetli, bir
şeye kabiliyetli olan, yetenekli.
nihayet:
son.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
sırran:
sır olarak, gizlice, gizli ola-
rak.
sabr:
sabır, dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
sahaif-i a’mal:
amellerin sayfala-
rı.
sâî:
çalışan, didinen, uğraşan,
sa’yeden.
sarf-ı mesai:
çalışma zaman har-
cama.
semere-i sa’y:
çalışmanın seme-
resi, gayretin meyvesi; çalışma
sonucu elde edilen kâr, fayda.
Şah-ı Geylânî:
Şeyh Abdülkadir
Geylânî.
şayan-ı takdir:
beğenilmeye, ta-
kidre lâyık, değer.
taharriyat:
araştırmalar, arama-
lar, incelemeler, tahkik etmeler.
teennî:
acele etmeden, ihtiyatlı,
düşünceli ve yavaş hareket etme,
temkinli davranma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
tergip:
rağbet verme, isteklendir-
me.
tesmiye:
isimlendirme, ad ver-
me.
umum:
bütün, herkes.
zemin:
yer.
zevat:
zatlar, şahıslar, kimseler.
a’mal:
ameller, işler.
abd-i pürkusur:
herşeyi ile
kusurlu kul.
acz-i bîpayan:
sonsuz güç-
süz, aciz.
âlem:
dünya, cihan.
alenen:
açıkça, açıktan açığa,
gizlemeden, herkesin önün-
de.
beyt-i kıymettarî:
kıymetli,
değerli manzume.
bezl-i vücut:
bedeni esirge-
me.
define:
yere gömülmüş, para
veya altın gibi eskiden sak-
lanmış şeylerin bulunduğu
yer.
delâl-ı kitab-ı mübin:
Kur’-
ân’ın ilan edicisi.
ehadis-i Nebeviye:
Hz. Pey-
gamber tarafından söylenen
sözler, hadis-i şerifler.
ehl-i hak:
hak ehli, iman, İslâ-
miyet ve hak yolunda olan,
hak mezhepte olan.
eser-i tereddüt:
kararsızlık
belirtisi, tereddüt alâmeti.
eyyühe’l-üstadü’l-azam:
ey
en büyük üstad.
fıkra:
parça, mektup, bölüm.
fersah:
üç mil, beş kilometre
veya dört saatlik mesafe.
fevkinde:
üstünde.
gayyur:
çok gayretli, çok ça-
lışkan.
had:
kapasite, sınır, hudut.
hakikaten:
doğrusu, gerçek-
ten.
halis:
katışıksız, saf, duru.
harekât:
hareketler, devinim-
ler.
hasr-ı vücut:
vücudunu kul-
lanan, vücudunu sadece o işe
ayıran.
hazine:
zengin ve değerli