zamanlarda biri gelecek, iman meselelerini gayet vazıh
bir surette neşir ve ilân edecek. Bu sizin hiç ender hiç
kardeşiniz, haşa kendimi o adam zannedecek değilim,
yalnız o büyük adamın bir piştar neferi olduğumu zanne-
diyorum. Sen benden o zatın kokusunu hissediyorsun.’”
Bu fıkra evvelki düşüncemi takviye etti ve kemal-i sürur-
la gelip Hüsrev’e dahi söyledim. Üstadımızın rütbe-i ma-
neviyesini anladığımızdan, çok sevinmiştik. Bundan
dört-beş ay evvel de ziyaret-i âlînize geldiğimde Üstadı-
mız hakkında sormuş olduğum suale verdiğiniz cevap,
kezalik evvelki kanaatlerimi teyit ve takviye etti. O za-
man yalnız bir-iki kişi biliyorduk. Şimdi, bu risalenin neş-
riyle has talebelerin hepsi vâkıf olmuş oluyor. Sürurumu-
za payan yoktur. Dinsizliğin münteşir olduğu şu zaman-
da bulunduğumuza evvelce teessüf ediyorduk. Şimdi hiç
teellüm, teessür eseri kalmadı. Zat-ı âlîleri gibi bir Üsta-
dı bulduğumuzdan, zaman ne olursa olsun bizi me’yus
etmiyor. Cenab-ı Allah tûl-i ömür ihsan buyursun. Daha
bizlere çok zevkli eserler okutacağınıza eminim. Müsa-
adenizle şunu da ilâve edeyim ki, sizin daha harika vazi-
fe-i maneviyeniz var. Zaman gelecek remizlerle, işarat-ı
Kur’âniye ile, öyle haber vereceksiniz ki,
(HAŞİYE)
bunları
da geçecek ve bizleri şaşırtıp bırakacaktır.
Fakir Talebeniz
Re’fet
ì®í
HAŞİYE:
Bu, Re’fet’in bir keramet-i ferasetidir.
emin:
inanma, güvenme.
ender:
daha (en, pek) nadir, çok
seyrek ve az bulunan.
evvel:
önce.
evvelce:
daha önce.
fıkra:
parça, mektup, bölüm.
gayet:
son derece.
haber:
bilgi, bilgilendirme.
hârika:
olağanüstü.
hâşâ:
asla, katiyen, hiç bir vakit.
haşiye:
dipnot.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
iman:
inanç, itikat.
işaret-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın işa-
reti göstermesi.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kemal-i sürur:
tam bir sevinç,
mutluluk.
kezalik:
keza, bu da öyle, böyle-
ce.
mesele:
konu.
münteşir:
etrafa yayılmış,
duyulmuş.
müsaade:
izin.
nefer:
asker, er.
neşr:
dağıtma, yayma, saç-
ma, serpme.
payan:
son, nihayet, bitim,
akıbet.
pîşdâr:
önde giden, öne dü-
şen, öncü.
remz:
işaret, gizli ve kapalı bir
surette ifade etme.
rütbe-i maneviye:
manevi
rutbe, makam, derece.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sürur:
sevinç, mutluluk.
takviye:
kuvvetlendirme,
sağlamlaştırma, teyit ve tas-
dik etme.
talebe:
öğrenci.
teellüm:
elemlenme, tasalan-
ma, dertlenme, üzüntü duy-
ma.
teessüf:
üzülme, eseflenme,
bir şeyin tesirini hissetme, acı
duyma.
teessür:
kederlenme, üzül-
me, acı duyma.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
tûl-i ömür:
ömrün uzunluğu.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vâkıf:
blgilenme, bilme.
vazıh:
açık, âşikar; kolay an-
laşılır.
zan:
zanneden, sanan, zanne-
dici.
zat:
kişi, şahıs.
zat-ı âlî:
büyük şahsınız.
ziyaret-i âlî:
yüce ziyaret;
mânevî yücelik veren ziyaret.
| 338 | BARLA LÂHİKASI