musahhar ettiği, muntazam tulû ve gurup eden Şems ile
incelerek, büyüyerek mükemmel bir takvim-i semavî va-
ziyetini gösteren Kamer gibi azîm cisimleri de istihdam
ediyor. Bir küre
(1)
o
¿ƒo
µ
n
«n
a r
øo
c
emrini aldığı zaman, bu
muazzam küreler gibi milyonlarca seyyarat birbirine karı-
şacak, nizam-ı âlem bozulacak, her şey harap olacak.
(2)
n
¿ƒo
©n
Lr
ôo
J p
¬r
«n
dp
Gn
h o
ºr
µ`o
ër
dG o
¬n
d o
¬n
¡r
Ln
h s
’p
G l
?p
dÉn
g mr
Ån
°T t
?o
c
sırrı za-
hir olacak. Öyle ise en metin, en âlî, en müzeyyen görü-
nen bu saray-ı kâinatın bir anda yıkılacağı, harap olaca-
ğı, bütün sekenesinin mahvunabud olacaklarını düşün.
Hiç ender hiç olduğunu hatırla, senin mini mini hayat tek-
neni, dağlar gibi dalgaları bulunan, kısacık ömrünün de-
nizinde aldanarak boğdurma. Ve hayat-ı ebediyeni sön-
dürmek isteyen, en büyük ve en yakın olan nefsinin hile-
sinden kurtulmaya çalış. Bunun için sana çok kolay ve
ucuz, tesiri mücerrep ve kat’î ve
(3)
n
Ú/
ªp
dÉs
¶dG n
øp
e o
âr
æ`o
c
u
Êp
G n
?n
æn
ër
Ñ°o
S n
âr
fn
G s
’p
G n
¬'
dp
G n
= ’
(4)
n
Ú/
ªp
MGs
ôdG o
ºn
Mr
Qn
G n
âr
fn
Gn
h t
ô°t
†dG n
»p
æ°s
ùn
e
u
Ên
G u
Ün
Q
gibi halâs ve şifa ve necat vasıtalarını tavsiye ederim. Bun-
lara bilhassa mağrip ve işâ ortasında “Otuz üçer def’a de-
vam et” demekte olduğunu hissettim.
O küçük rüyanın tabiri, muhterem Üstadıma aittir. Ve
arzusuna bağlıdır. Bu defa manevî mahrumiyetin uzaması,
beni cidden müteessir etmişti. Sabra gayret ettim, fakat
gariptir ki, bu mübarek mektubun bura postahanesine
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
bilhassa:
özellikle.
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
defa:
kere, kez, yol.
garip:
tuhaf, hayret verici.
gurup:
batma, batış.
halâs:
kurtulma, kurtuluş, sela-
mete erme.
harâp:
alt üst olmuş.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve son-
suz hayat, ahiret hayatı.
hiç ender hiç:
hiç bir şey, bir hiç
kadar.
hile:
aldatmaya yönelik düzen,
desise.
istihdam:
bir hizmette kullanma,
çalıştırma.
işâ:
yatsı namazı.
kamer:
Ay.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
küre:
yuvarlak, toparlak.
mağrip:
güneşin batma vakti, ak-
şam.
mahrumiyet:
mahrumluk, diledi-
ğini, istediğini elde edememe, na-
sipsizlik, hissesizlik.
mahvunabud:
darmadağın.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
metin:
sağlam ve dayanıklı.
muazzam:
çok büyük, çok iri,
koskocaman.
muhterem:
saygı değer, hürmete
layık, saygın.
muntazam:
bir kararda devamlı.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
mücerrep:
tecrübe edilmiş, de-
nenmiş.
müteessir:
teessüre kapılan, hü-
zünlü, kederli, mahzun.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş,
süslü.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
nefs:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nizam-ı âlem:
Cenab-ı Hakkın kâ-
inata koymuş olduğu düzen,
dünya düzeni.
rüya:
uyku sırasında görülen şey,
uyku sırasında zihinde geçen ha-
yaller, misalî âlem, düş.
sır:
gizlenen gerçek, saklanan bil-
gi.
sabır:
dayanma, katlanma, zor-
luklara dayanma gücü.
saray-ı kâinat:
kâinat sarayı.
sekene:
sakin olanlar, ikamet
edenler, oturanlar.
seyyarat:
gezegenler.
şems:
güneş.
şifa:
deva, ilaç.
tabir:
yorum, yorumlama.
takvim-i semavî:
semaya ait
takvim.
tesir:
etki.
tulû:
doğma, doğuş.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vasıta:
vesile, neden.
vaziyet:
durum.
zahir:
açık, âşikar.
1.
“Ol” der; oluverir. (Yasin Suresi: 82.)
2.
Her şey helak olup gidicidir–Ona bakan yüzü müstesna. Hüküm ve hükümranlık Onundur.
Sizde Ona döndürüleceksiniz. (Kassas Suresi: 88.)
3.
Senden başka ilah yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendi-
me zulmedenlerden oldum. (Enbiya Suresi: 87.)
4.
Ey Rabbim! Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.
(Enbiya Suresi: 83.)
| 330 | BARLA LÂHİKASI