vürudu gününün sabahında
(1)
n
øj/
ôp
HÉ°s
üdG n
™n
e %G s
¿
p
G
emr-i ce-
lîlinin kuvvetine dayanarak tahammül etmekte olduğumu,
fakat meraktan da hasbe’l-beşeriye kurtulamadığımı, na-
tık küçük bir mektubu, uhrevî kardeşimiz Hakkı Efendi’-
ye göndermiştim.
Bu nurlu mektubun başını işgal eden beş nükteli İkinci
Lem’a, başıma tokmak vurarak: Ey bîçare, sabırdan bah-
setmek sana yakışır mı? Gözünü aç da Hazret-i Eyyub
Aleyhisselâmın sabrına bak, aklın varsa o Peygamber-i
Zîşanın
(
ASM
)
sabırda ki kahramanlığını taklide çalış ve
korkunç manevî yaralarından kurtulmak için
(2)
n
Ú/
ªp
MGs
ôdG o
ºn
Mr
Qn
G n
âr
fn
Gn
h t
ô°t
†dG n
»p
æ°s
ùn
e
u
Ên
G u
Ün
Q
duasını vird-i ze-
ban et, diye tembih ve ikazda bulunduğuna yakin hâsıl et-
tim. Elhamdülillâh dedim.
Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Birin-
ci remzinin Birinci Makamının Birinci Babı Mu’cizat-ı
Ahmediyenin en büyüğü ve kıyamete kadar i’cazının de-
vam edeceğine şüphe olmayan Kur’ân-ı Kerîm’in, otuz
cüz’ünden otuzuncu, yüz On Dört suresinden yüz onun-
cu, lâfız itibarıyla küçük, fakat makam ve mana itibarıyla
âlî ve şümullü Suretü’n-Nasr’daki çok mühim sırlardan
muazzez ve muhterem Üstadımız vasıtasıyla zahir olan
tevafukata münasebetli bir tek sırrından beyan buyurulan
üç Mesele, bana öyle bir kanaat getirdi ki, bu küçük
surenin üç ayetinden sülüs ve tamamında otuz cüz
Kur’ân’a, Hatta her harfinde bir sureye işaret ve delâlet
BARLA LÂHİKASI | 331 |
lâfız:
söz, kelime, ağızdan çıkan,
manalı veya manasız söz.
makam:
yer, mevki.
mana:
anlam.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
merak:
kuruntu, telâş, iç sıkıntısı,
içdarlığı.
mesele:
önemli konu.
mu’cizat-ı Ahmediye:
R.N.da
Peygamberimiz mucizelerinin an-
latıldığı eser.
muazzez:
çok aziz, izzet sahibi,
saygı uyandıran.
muhterem:
saygı değer, hürmete
layık, saygın.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
natık:
konuşan, söyleyen; bildi-
ren, beyan eden.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
Peygamber-i Zîşan:
şan ve şeref
sahibi olan Peygamber; Hz. Mu-
hammed (
ASM
).
remz:
işaret, gizli ve kapalı bir su-
rette ifade etme.
sır:
gizlenen gerçek, saklanan bil-
gi.
sabır:
dayanma, katlanma, zor-
luklara dayanma gücü.
sabr:
sabır, dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
sülüs:
üçte bir.
şümul:
içine alma, kapsam.
tahammül:
yüklenme, yüke kat-
lanma.
tembih:
uyarma, ikaz.
tevafukat:
uygunluk.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vasıta:
aracı.
vird-i zeban:
dilde tesbih, sık sık
tekrar edilen dua, devamlı oku-
nan zikir.
vürud:
gelme, ulaşma.
yakîn:
açık-seçik ve kesin bilgi.
zahir:
açık, âşikar.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümle-
si.
beyan:
anlatma, açıklama.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cüz:
Kur’ân’ın bölündüğü
otuz kısımdan her biri.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alamet, işaret.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, Allah’a şükür.
emr-i Celil:
Allah’ın güzel em-
ri.
hâsıl:
sonuç, netice.
hasbe’l-beşeriye:
insanlık
hâli olarak, insanlık gereğin-
ce.
i’caz:
mucizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz
kaldıkları şeyi yapmak.
ikaz:
uyarı.
işgal:
yer alan, yer tutan.
kıyamet:
bütün kâinatın Al-
lah tarafından tayin edilen bir
vakitte yıkılıp mahvolması.
kanaat:
kanma, inanma.
Kur’ân-ı Kerîm:
Kur’ân; Hz.
Muhammed’e vahiyle indiri-
len en son İlâhî kitap.
1.
Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir. (Bakara Suresi: 153.)
2.
Ey Rabbim! Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.
(Enbiya Suresi: 83.)