Œ
179
œ
[Kalemi kerametli Mes’ut’un
ehemmiyetli bir rüyasıdır.]
Âlîcenap ve Faziletmend Üstad-ı Muhteremim
Efendim Hazretleri!
Tulûat olmadıkça, siz Üstadıma mektup yazmaya muk-
tedir olamıyorum. Çünkü, başlıca âmâlim nurların ikmali
olduğundan ve yazdığım esnada bir an evvel bitirmek
emeliyle serî bir surette yazdığım için, o nurlardan almış
olduğun feyzi etraflıca anlatamayacağım için, mektup tas-
tirine cür’et edemiyorum.
Hüsrev Efendi’nin nezdinizden müfarakatı günü, ben-
deniz ziyarete geliyordum. Bedre’nin civarında birbirimi-
ze tesadüf ettik. Geri dönmekliğimizi söylediler. Sabırsız-
ca esbabının neden münbais olduğunu sordum. Neticeyi
anlattılar. Birlikte köye avdet ettik. Çok müteessir oldum.
Me’yusiyetimden iki gün dışarıya çıkamadım. Kalbimin
teessürünü teskin için, Nurları yazmakla meşgul oldum.
Avdetimizin ikinci gününün gecesi, saat on buçuğa ka-
dar yazı ile iştigal ettim. Sahuru yedikten sonra me’yusâ-
ne ve mükedderâne yattım. Gördüm ki, zat-ı âlînizle bir-
likte Medine-i Münevvere’ye gitmişiz. Harem-i Şerifin ka-
pısından girince, makber-i saadet önümüzde görünüyor-
du. Makber-i saadetin içinde Peygamberimiz Sallâllâhü
Teâlâ Aleyhi ve Sellem Babü’s-Selâma doğru müteveccih
âlîcenap:
cömert, iyilik sahibi,
yüksek ahlâklı.
âmâl:
emeller, arzular, istekler.
avdet:
geri gelme, dönme, dönüş,
rücu.
babü’s-selâm:
selâm kapısı.
civar:
çevre, yöre, etraf.
cür’et:
cesaret etme, yüreklilik,
yiğitlik.
ehemmiyetli:
önemli.
emel:
amaç, arzu, istek.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
esna:
ara, aralık, sıra, vakit, za-
man, hengâm.
evvel:
önce.
faziletmend:
faziletli, iyi huylu.
Harem-i Şerif:
Mescid-i Nebevî,
Peygamberimizin kabrinin bulun-
duğu mescit.
ikmal:
tamamlama, bitirme.
iştigal:
bir işle uğraşma, meşgul
olma.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
makber-i saadet:
saadet kabri,
Peygamber Efendimizin (
ASM
) mü-
barek kabr-i şerifleri.
me’yusâne:
ümitsizce, ümitsizlik-
le, ümitsiz bir şekilde.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
Medine-i Münevvere:
Nurlu
Medine şehri.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgi-
lenen.
muktedir:
iktidarlı, gücü ye-
ten.
müfarakat:
uzaklaşma, ayrıl-
ma, ayrılık.
mükedderane:
mükedder
olan bir kimseye yakışır şekil-
de, mükedderce, kederli ola-
rak.
münbais:
bir sebepten ileri
gelen, bir şeyden ileri gelmiş,
bir şeyin çıkardığı, bir şeyden
doğan.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
müteveccih:
bir cihete dö-
nen, yönelen.
nezd:
yan, kat, huzur, ind.
sabır:
sabır, dayanma, katlan-
ma, zorluklara dayanma gü-
cü.
seri:
çabuk, hızlı, sür’atli.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tastîr:
yazı yazma, satırlar
meydana getirme, satır diz-
me.
teessür:
kederlenme, üzül-
me, acı duyma.
tesadüf:
rastlantı.
teskin:
sakinleştirme, yatış-
tırma.
tulûat:
kalbe doğan fikirler.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
üstad-ı muhterem:
saygıde-
ğer üstad.
zat-ı âlî:
yüce, kıymetli, de-
ğerli, büyük zat.
| 346 | BARLA LÂHİKASI